19 Mart 2013 Salı

Tümülüs Nedir?


Tümülüs  Nedir?

Bir tümülüsün tarih boyunca doğal afetler ve zaman kavramına yenik düşerek ahşap yapısının çürümesiyle oluşan tahribatın sonucu olan çöküşünü hem gerçek resimler hem de grafiklerle sergilenen gerçek bir çalışmayı aşağıda göreceksiniz.

Tümülüsün Uzaktan Görünümü


Mezar Odasının İlk Halini Anlatan Temsili Resim

Mezar Odasının Tümülüsteki Yerini Anlatan Temsili Grafik. Arkadaşlar Burada Anlamamız Gereken  Her Tümülüste Giriş veya Tünel Olmayabilir.


Tümülüsün Mezar Odasına Toprak Sızmaya Başlamıştır…



Zamanla Tümülüsteki Mezar Odası Tamamen Dolup Üst Kısımda Bir Çöküntü Oluşmuştur. Bunun Örneklerini Ülkemizdeki Tümülüslerde Fazlasıyla Görebiliriz. Bazı Bölümlerinde Çöküntüler Mevcuttur, Bunlar Hem Soygun İzleri Olabilir Hemde Oda Veya Tünelin Çöküntüsü Olabilirler.

İlk Resimdeki Tümülüsün Kazısı Sırasında Çekilen Resimlerdir. Arkeolojik Kazı Yöntemiyle Eserlere Zarar Verilmeden Çalışılmış ve Günümüz İnsanların Beğenisine Sunulmuştur.

Anadolu Höyükleri


Anadolu Höyükleri

GÖBEKLİ TEPE / URFA (Stonehenge’den görkemli, üstelik 6 bin yıl daha eski)

 Göbekli Tepe’deki megalitik düzenlemeler, taş bloklardan oluşan ve İngiltere’nin en ünlü turistik merkezlerinden biri olan Stonehenge’den çok daha anıtsal. Üstelik 6.000 yıl daha eski. Tümü gün ışığına çıkarıldığında Türkiye turizmi için büyük bir avantaja dönüşecek.

Göbekli Tepe, Urfa merkezinin 15 km kadar kuzey doğusunda, Karaharabe Köyü yakınlarında. Höyük 1963’te tespit edildi. Yerleşimin önemi ancak 1995’te başlayan kazılarla anlaşıldı. Neolitik Çağ’ın çanak-çömlek kullanılmayan Erken Dönemi’ne ait. Göbekli Tepe’de yerleşim MÖ 10.000 civarında başlamış MÖ 8.000 civarında bitmiş. Bu kadar erken çağdaki yerleşimin böylesine anıtsal mimariye sahip olması tüm araştırmacıları şaşırtıyor. Özellikle bazıları 7 metre kadar yükselen “T” biçimli taş dikmeleri ve bunların üzerindeki hayvan figürleri dikkat çekici. Tilki, yaban domuzu, boğa, yılan, kuşlar gibi değişik hayvanların kabartmasını, henüz maden kullanılmayan bir çağda bu taşlara işleyen Göbekli Tepe insanlarına hayran kalmamak mümkün değil.

 Dev taş dikmelerin 10-30 metre çapında dairesel düzenlemeler halinde yerleştirildiği, ortada da iki dikmenin bulunduğu anlaşılıyor. Şimdilik sadece dördü ortaya çıkarılan bu dairesel yapıların 20 kadar olduğu sanılıyor. Bugün sayıları 40’ı bulan taş dikmeler, kazılar tamamlandığında 200’e ulaşacak.

 Göbekli Tepe’nin 12.000 yıl önce geniş bir çevrede yaşayan avcı ve toplayıcı insan gruplarının kutsal ziyaret yeri olduğu düşünülüyor. Yapıların bazıları tavan seviyesine kadar korunabilmiş. Nedeni şaşırtıcı: Neolitik Çağ’da büyük bir ihtimalle dini törenin bir parçası olarak dini yapılar gömülüyordu. Yapılarda ve etraflarında çok sayıda heykel parçası bulunmuş. Urfa şehir merkezinde Balıklıgöl civarında bulunan ve şehir müzesinde korunan yaklaşık 1.90 metre yüksekliğindeki gözleri obsidyenden hazırlanmış (volkanik camlardan) heykel de bu kültür çevresini tanımak açısından çok önemli. Bu eser insan boyutlarındaki dünyanın en eski anıtsal heykeli kabul ediliyor. Göbekli Tepe’deki kazı ve araştırmalar sürüyor. Gelecekte adını daha sık duyacaksınız.

ARSLANTEPE / MALATYA (Dünyanın en eski sarayına ev sahipliği yapan höyük)

Anadolu’nun en önemli höyüklerinden biri. Malatya merkezi ile Eski Malatya arasında, Bahçe Köyü yakınlarında. Yerleşim, Kalkolitik Çağ’ın sonlarından Hitit Çağı’na kadar kesintisiz devam etmiş. Höyükte kazılar Geç Hitit kalıntılarını ortaya çıkarabilmek için 1932-1939 yılları arasında başladı. Heykel ve kabartmalardan oluşan önemli buluntular Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Kazılar günümüzde de aralıklarla İtalyan arkeologlarca yürütülüyor. Ekip kazıların anlatıldığı bir de web sayfası hazırlamış.

 Höyük alanı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koruması altında. En dikkat çekici kalıntılar höyüğün batısındaki saray ve tapınak kompleksi. MÖ 3300 – 3000 arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Mimarisi hem Mezopotamya hem de yerel etkiler taşıyor. Üzerleri geçici bir çatıyla örtülen bu mekánların ortasından 35 metre uzunluğunda bir yol-koridor geçiyor. Duvarların bazı bölümlerinde stilize insan yüzü resimleri günümüze kadar korunmuş. Tamamen kerpiçten inşa edilen iki tapınak mekánı ve bazı depo odaları hálá görülebiliyor. Depolarda çok sayıda mühür baskısıyla 22 parçalık arsenikli tunçtan yapılmış silah kümesi bulunmuş. Arslantepe’nin bu görkemli saray örneği MÖ 3000 yılları civarında bir daha kullanılmamak üzere yakılıp yıkılmış. Bazı araştırmacılar bu tapınak saray topluluğunu dünyanın en eski sarayı kabul ediyor. Höyükte bulunan ve MÖ 4000’e tarihlenen soylu mezarı dikkat çekici. Mezar sahibi, beraberinde gençlerle gömülmüş. Verimli bir ovada kurulan yerleşim, Doğu Anadolu’nun zengin maden yatakları sayesinde güçlenmiş. Mezopotamya’da tapınağa bağlı bir ekonomi ve sosyal düzen gelişirken, Malatya Arslantepe’de krallık sistemi gelişmiş. Hammadde kaynakları ve üretim araçları henüz merkezileşmemiş olsa da Arslantepe’deki yerleşim bölgede önemli bir merkez olmuş, çevresini siyasi ve ekonomik açıdan etkilemiş.

AŞIKLI HÖYÜK / AKSARAY (Tarihteki ilk beyin ameliyatı bu höyükte yapıldı)

 Orta Anadolu’nun en eski yerleşim yeri. Çatalhöyük’ten bile 1000 yıl daha eski. Aksaray’ın Gülağaç İlçesi, Kızılkaya Köyü yakınlarında. Aşıklı Höyük’teki kazılar, Melendiz Çayı’ndaki Mamasun Barajı’nın su seviyesinin yükseltilmesine yönelik çalışmalar kapsamında başlatıldı. 1989’dan bu yana devam ediyor. Neolitik Çağ’da, MÖ 8.500 – 7.400 arasında yerleşimin kurulduğu höyük 15 metre yükseklikte. Hasan Dağ’ın muhteşem manzarasıyla çevrili höyükte evler birbirlerine bitişik nizamda, aralarında küçük işlikler ve boşluklar bırakacak şekilde kerpiçten inşa edilmiş. Yerleşimin içindeki çakıl taşı kaplı dar bir yol var. Duvarlarında pencere ya da kapı olmayan evlere tahminen tavanlarındaki küçük bir delikten giriliyordu. Bu açıklığın altında bir ocak, duvarların önünde de toprak sekiler vardı. Bazı fertler evlerin içine, bu sekilerin altına gömülmüş. Ölüler, bebeklerin anne karnındaki pozisyonunda, yani dizleri karnına doğru çekik olarak yatırılmış. Şimdilik 65 iskelet ortaya çıkarıldı. Kafatasları incelendiğinde bir bireyin beyin ameliyatı geçirdiği ve bu işlemden sonra bir süre yaşadığı saptandı. Bu ameliyat tespit edilebilen en eski beyin ameliyatı. Aşıklı Höyük’ün bir başka özelliği tarihin ilk çevrecilerinin yaşaması. Halkı çevre kirliliğini önlemek için evlerdeki çöpleri, yerleşim dışındaki bir mekanda toplayıp yakarmış.

 Aşıklı Höyük’te yaşayanlar avcılık ve toplayıcılık yanında tarım ve hayvancılık da uğraşmış. Ancak ne yazık ki Çatalhöyük’ün tam tersine burada dini veya sembolik karakterli hiçbir buluntu ortaya çıkmadı. Bu ilginç durumun nedeni, büyük ihtimalle dinsel objelerin organik malzemeyle yapılması, zamanın yıpratıcı etkilerine dayanamaması. Kazılarda zengin mimari buluntular ortaya çıkarılmış. Ancak bu kerpiç yapılar ne yazık ki zaman içinde yok olmuş. Kazıyı yürüten İstanbul Üniversitesi, Prehistorya Bölümü’nden Doç. Dr. Mihriban Özbaşaran iki önlem geliştirmiş: Kazı alanının üzeri artık kapalı. Evlerin yerleşim alanı dışında kopyaları yapılıyor. Bu sayede höyük turizm açısından cazip hale getirilmeye çalışılıyor. Projeyi Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı destekliyor. Ihlara Vadisi yolu üzerinde bulunan höyük, Kapadokya’nın başlangıcını göstermesi açısından çok önemli. Kazı, araştırma ve restorasyon projesi uygulamaya geçince höyük, Kapadokya turlarının önemli durağı haline gelecek.

 ÇAYÖNÜ / DİYARBAKIR (7 bin yıl önce Hint Okyanusu’ndan deniz kabuklarıyla takı ürettiler)

Çayönü yerleşimi, Diyarbakır Ergani ilçesinin 7 km batısında, Dicle’nin bir kolu yakınlarında. 1964-1991 yılları arasında kazılan bu yerleşim yerinde MÖ 10.000 ile MÖ 7.000 arasında kesintisiz yaşanmış. Çayönü’nü bu uzun süreç önemli kılıyor. Hepsi aynı doğrultuda inşa edilen evlerden önce dairesel, daha sonra dikdörtgen planlı evler bulunmuş. Evlerin bir kısmı bilinçli olarak terk edilmiş. Taş temelli kerpiç duvarlı ya da ahşap iskeletin üzerinin sıvanmasıyla duvarları hazırlanan bu konutların temelleri hálá görülebilmekte. Bir evin temelleri sökülüp Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’ne taşınmış.

Yerleşim yerinde farklı dönemlere ait farklı plan özellikleri gösteren bazı konutların taş kaideleri restore edilerek koruma altına alınmış. Evler arasındaki 60×20 metre ölçülerindeki alan, dünyanın tespit edilebilen en eski meydanı. Zemini yanık, kerpiç ve yerinde söndürülmüş kırmızı toprakla kaplanmış. Meydanın yakınlarındaki yapılar büyük ve önemli, uzaktakiler ise küçük ve özensiz yapılmış. Yerleşimdeki konut ve işliklerin bulunduğu alanlar birbirinden ayrılmış. Bu kadar erken bir dönemde sosyal sınıfların bu kadar belirgin fark edilmesi şaşırtıcı. Dini bir ritüel için yapıldığı anlaşılan bir yapıya 400 kişinin kemikleri yerleştirilmiş. Kafataslarının bazılarının üzeri özenle sıvanmış. Bu uygulamaya Akdeniz ve Anadolu’nun değişik yerlerinde rastlıyoruz. Arkeologların “Kafataslı yapı” adını taktığı tapınak, tarih boyunca yenilenmiş. Göbekli Tepe, Nevali Çori gibi yerleşimlerde görülen tapınakların öncülerinden. Kazılardaki bulgulara bakılırsa, Çayönü o çağda geniş bataklıklarla çevriliydi. Bitki ve hayvan çeşitliliği açısından bölge çok zengindi.

 Çayönü’nde yaşayanlar geniş bir alanda avcılık ve toplayıcılık yapıyordu. Aynı zamanda ticari ilişkiler yürütüyordu. Örneğin obsidyen 150 km uzaklıktaki Bingöl yataklarından getiriliyordu. Mezarlarda bulunan deniz kabuklarının bazılarının Akdeniz ve Hint Okyanusu kökenli olduğu anlaşıldı. Yine bu çevrede elde edilen bakır işlenerek boncuk, olta gibi aletler yapılmış. İnsanoğlunun geçmişi açısından bu kadar önemli olmasına karşın Çayönü çok az biliniyor, çok az kişi tarafından ziyaret ediliyor.

 KIRKLARELİ HÖYÜKLERİ (Yaşayan geleneksel Avrupa mimarisi müzesi)

Türkiye’nin Avrupa’da kalan toprakları Eski Çağ’da bölgede yaşayan halkın adıyla isimlendirilir: Trakya. İki önemli özelliğinden biri Türkiye topraklarında ismini binlerce yıl koruyabilen tek bölge olması, diğeri tarih boyunca geçit güzelliği taşıması. Trakya’daki arkeolojik alanlar, Anadolu ile Avrupa’nın zaman içinde ilişkisinin nasıl şekillendiğini göstermesi açısından çok önemli. Hem Avrupa’nın kültür çevrelerinin hem de Anadolu kültür çevrelerinin izlerini taşıyor. Özellikle kuzeyde Istranca Dağları ve çevresindeki yerleşimlerde çok eski geleneklerin izi var. Yapılarda, kerpiç duvarlar yerine ağaçlardan hazırlanan iskeletin sazlarla örülmesi, tahıl sapları ile kaplanıp bazen sıvanması tercih edilmiş. Bu tür organik malzeme ile yapılan binalar kısa sürede yok olmaya mahkum. Bu nedenle Orta ve Güney Anadolu’daki gibi gayet yüksek tepeler şeklinde höyüklere rastlanmıyor. Kazılarda genellikle toprak zemine saplanan ahşap dikmelerin izleri görülebilir. Ocaklar ve diğer malzemeler de evlerin günümüze ulaşan aksamı arasında. Ancak bu mimarinin neye benzediğini canlandırabilmek için Trakya’nın dağlık ve gözden uzak bölgelerinde bugüne kadar yaşayan ağıl, samanlık, depo gibi işlevleri olan yapıları incelemek gerekir.

 İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, bölgenin arkeolojisi ve günümüze ulaşmış yapım geleneğini inceledi. Örneklerini tespit etti. Şimdi Kırklareli merkezinde kazı yaptığı Kanlıgeçit, Aşağıpınar höyüklerinde, tümülüs alanlarında yaşayan müze oluşturmanın hayalini kuruyor. Bu alanda Trakya’da günümüze ulaşmış ahşap yapı örnekleri sergilenecek. Avrupa’nın geleneksel mimarisinin yaşayan örnekleri sunulacak. Prof. Dr. Özdoğan’ın hayal ettiği müze düzenlemesi eski eserlerin korunması ve fonksiyonlandırılıp geniş kitlelere ulaşabilmesi açısından önemli bir örnek olacak. Ayrıca 2010’da Avrupa’nın kültür başkentleri arasına girmeye hazırlanan İstanbul’un yanı başındaki bu bölge, günübirlik turizm açısından da önem kazanacak.

Elbistan ovasının höyükleri


Elbistan ovasının höyükleri   

Elbistan Ovasının tarihi ve iskân tarihi bakımından önemi üzerinde daima durulmuştur. M.Ö. 4000 itibaren iskân edilmiş olduğunu gösteren Hüyüklerin(Höyük) sayısı az değildir. Bu Hüyükler herhangi bir yapıdan çok belli başlı sitelerin yıkıntıları üzerinde öbeklendiğini gösterir. Ovanın içinde dağılmış bulunan Hüyüklerden büyük bir kısmı bir çay bükündedir. Büklerin üç tarafı su ile çevrili olduğu için toprağı rutubetli ve çayırlı olur. Buraları av hayvanlarına olduğu kadar diğer hayvanlara da önemli yataklardır. Zamanla medeniyetler ilerledikçe bu büklerde birer site(şehir) kuruldu. Başta Hatti ve Hitit(Eti)’ler olmak üzere sonraları da Asurlular, Frigyalılar, Lidyalılar, Medler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Araplar ve daha sonraki dönemlerde Türk devletlerine (Selçuklar, Danişmentliler, Memluklar, Dulkadırlılar ve Osmanlılara) zamanın en parlak medeniyetlerine ev sahipliği yapmışlardır. Onun içindir ki bu Hüyükler muhteşem tarihi değerleri bünyelerinde saklamaktadır.  Bu ansiklopedik bilgilerden sonra Elbistan Ovası’nın höyüklerini bakalım.

Eski Elbistan Ovasında son araştırmalara göre 21 Höyük tespit edilmiştir, kültür yağmacılığına rağmen varlıklarını sürdürenleri tespit ettik. Bunlardan özellikle Hititler ile Kumagenlerin devrine ait olan Kara- Elbistan  (yani eski Elbistan), İzkaftil (İğde) Kara-Öyük (Karahüyük),Çavlı-Han (Çoğulhan),Tel-Afşin-Tıl-Afşin (höyüklü),Til (Akbayır), Yarbus (Afşin), Hunu (Arıtaş) Lorşun (Altunelma), Tantaris (Tanır), Evzaniye (Ozanöyük-Doğan), Tedevin Höyük  (Arıstıl-Bakraç), Kaşanlı, Malap (Bakış), Sevdilli, kabaağaç ve Celeği (Ekinözü), höyükleri gibi büyük harabeler başta gelmek üzere, birçok küçük höyük ihtiva eden Elbistan Ovasının eski çağda birçok şehir ve kasaba ile süslenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Fakat eski çağda bu bölgenin en meşhur ve en büyük şehri, bugün Afşin adı ile teşkil edilen ilçenin merkezi olan Efsus ‘un bulunduğu mevkide enkazı bulunan Arabisus şehri idi. Diğer höyüklerin üzerinde de bir takım köycük ve kasabacıklar bulunmaktadır.

Elbistan sınırları içindeki tarihi Hüyüklerden bazılarını tanıyalım

KARAHÖYÜK:  Elbistan yöresinde ciddi anlamda ilk ve son kazılar Karahöyük’te yapılmıştır. Bundan başka bölgede çalışma yapılmadığından maalesef bölgenin ilkçağ tarihi yeteri kadar aydınlanmamıştır. Karahöyük, Elbistan’ın 10 km. kuzeybatısında olup, 500 metre uzunluğunda,300 metre genişliğinde ve 22 metre yüksekliğindedir. Hurman çayı kenarında bulunmaktadır.

 Elbistan’ın Karahüyük köyünde Prof. Dr. Tahsin Özgüç ve Prof. Dr.Nimet Özgüç’ün kazılarında Hitit katmanları üstünde Roma yapıları bulunmuştur. Roma Dönemi’nde höyükte yoğun yerleşme olduğu saptanmıştır. M.S. I.ve III yy’lardan kemikler çoktur. Höyüğe ve Hurman’a eğemen sırtlarda da gömütler bulunmuştur. Geç Hitit Dönemi’ne ilişkin dört yapı katı vardır. Üstedeki iki yapı katının evleri altakilerine göre daha sağlamdır. Evler, taş temel üstüne kerpiçten iki-üç hatta dört odalıdır. Ölüler döşemenin altına hocker biçimde (ceninin ana karnındaki yatış biçimi) gömülmüştür. Evlerde at nalı ve daire biçiminde ocaklar vardır. Seramikler boyalı ve boyasız türdendir. Son iki yapı katında açık sarı, ak üstüne geometrik bezekler yapılmıştır. Doğa betimleriyle mitolojik sahneler azdır. Frigler’in geç dönemiyle çağdaş olan bu katta demir gereçler çoğunluktadır. Daha alt katlarda, kahverengi kaplar vardır. Demir gereçler azdır. Ancak bu tek renkli seramik de, sonradan ortaya çıkan boyalılarla birlikte kullanılmıştır. 300 Hitit hiyeroglifli yazıt, kazının önemli buluntularındandır. Büyük ve yassı tabanın ortasında ki yuvaya geçirilmiş durumdadır. Tabanın yakınındaki kurban yalağı ile birlikte bulunmuş olan anıt, yapılardan uzaktadır. Bu anıtın bulunduğu yerin kutsal sanıldığını göstermektedir. Anıtın tabanı kaldırıldıktan sonra Hitit İmparatorluk Dönemi’ne ilişkin yapılar ortaya çıkarılmıştır. Bu dönemden üç odalı bir ev, kaldırım ve küçük buluntular ele geçmiştir. Koç biçimli ritop(kutsal içki kabı) süs gereçleri, hayvan heykelcikleri, hiyeroglifli, hiyeroglifsiz mühürler başlıca buluntulardır. Yapı katı bulunmayan Eski Hitit Çağı’na ilişkin buluntular ise seramik ve çeşitli kabartmalardan oluşmaktadır. Ayrıca bu hüyük (Elbistan Karahöyük), Asur ticaret kolonileri çağında (M.Ö. 500) yıllarında Malatya’ya giden yol üstünde önemli bir merkezdi.

İZKAFTİL HÖYÜĞÜ: Elbistan’ın güneybatısında, Elbistan’dan Maraş’a giden yolun yakınında, kayalık üzerinde 16 m yüksekliğinde, 180 x 110 m çapında oval biçimli bir tepedir. Üzeri yuvarlaktır. İğde Köyü’nün 2 km doğusundadır. Höyüğe yakınındaki köyden dolayı İğde (İzkaftil) ismi verilmiştir. 1962 yılında yapılan toplamada, doğu malı ve lekeli banyo astarlı malı çanak çömlek parçaları arkeolog G.H. Brown tarafından tespit edilerek tanımlanmıştır.

(Til-i Kebir Hüyüğü) Büyük Til Höyüğü’nün Kasaba girişinden görüntüsü

Büyük Til Höyüğü (Kasaba içinde )

Küçük Til Höyüğü (Kasaba dışında resim 2001yılı)

TİL-İ KEBİR HÖYÜĞÜ: Akbayır kasabasında bulunan bir höyüktür. Burada da ciddi oranda kazı yapılmamıştır. Bunun yanı sıra Türkiye’de arkeologlar tarafından en çok bilinen höyüklerden biridir.

EVZANİYE HÖYÜĞÜ: Doğan Kasabasında, eski tarihi höyüktür,  Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı’nda yerleşilmiş olan höyüğün tepesi tıraşlanmış. Tüm etekleri düzlenmiş ve kuzeyine evler yapılmış. Güneyinde de yoğun kaçak kazı çukurları bulunuyor. Belediye ise, yeni köy yolunu höyüğü keserek açmış.

GAVURÖREN HÖYÜĞÜ: Türkveren köyünün üst kısmında bulunan tarihi bir höyüktür. Arkeolojik değerde bir çalışma yapılmamıştır. Fakat kültür talancıları tarafından yağmalanmıştır. Büyük bir ihtimalle İTÇ(İlk Tunç Çağ) döneme ait olduğu sanılmaktadır.

MALAP HÖYÜĞÜ: Bakış Kasabasının bulunan tarihi bir höyüktür. Bu höyükte de bir çalışma yapılmamıştır. Höyük Hitit dönemlerine ait olduğu tahmin edilmektedir.

SEVDİLLİ HÖYÜĞÜ: Sevdilli Köyünün üst kısmında bulunan höyük, geçmişi Hititler dönemine kadar uzanmaktadır, bu höyükten şimdi Kahramanmaraş Müzesi’nde bulunan Maraş Hitit Arslanı denilen heykel burada bulunmuştur. (M.Ö. 800 – 900)  Hititler dönemine ait olduğu bilinmektedir. Höyük İTÇ(İlk Tunç Çağ) dönemine tarihlenmektedir.

KARAELBİSTAN HÖYÜĞÜ: Elbistan İlçesi’nin yaklaşık 5 km doğusunda, eski köyün kuzey kesimindedir. 6 m yüksekliğinde yayvan görünümlü bir tepe olan höyük günümüzde köyün mezarları ile kaplıdır. Höyüğün esas yerleşiminin İTÇ olduğu bu döneme tarihlenebilecek çanak çömlek parçalarının çokluğundan anlaşılmaktadır. 1962 yılında yapılan toplamada 70 x 100 metrelik bir alandan Siyah ağızlı mal, Ozan Höyük malı, Lekeli banyo astarlı mal, Kapadokya benzeri ya da taklidi malından parçalar bulunmuştur. Amik Ovası höyüklerinde var olan Basit yalın maldan parçalar da az sayıda vardır.

Aktil Köy (K.Maraş/Elbistan) Kahramanmaraş il sınırları içinde, Elbistan’ın kuzeydoğusundaki bu höyük 1947 yılında A. Dönmez ile W. Brice yönetimindeki ekip tarafından saptanmıştır. Höyükte, Amik Ovası E-F evreleri benzeri, koyu renk açkılı mal ile mat ve kaba açkısız maldan parçalar bulunmuştur. Tahminen Son Kalkolitik Çağ’a konabilir. Kesin sonuçlara varılabilmesi için tekrar araştırma yapılması gereklidir, 7000 yıl öncesine ait bir Kalkolitik Çağ höyüğünün üzerine iki katlı modern bir ev yapılmış. Höyüğün yamaçları ve etekleri ise köyün -şimdi harabe haline gelmiş- eski evleriyle dolu.

MARABA HÖYÜĞÜ

RAKIM 1230

Bu höyük zaman içerisinde tarla haline getirilmiştir.

 Tarihi değerlerimiz yalnızca turizm değerleri düşünülerek gündeme getirilmemelidir.  Kültürel emanetlerin korunmasına ilişkin, ilgili birimler arasında koordinasyon sağlanmalıdır.
Toprak altından çıkan ve toprak üstünde bulunan eski uygarlıklara ait kalıntılar, “kültür mirası” kavramı ile üzerinde sonsuz tasarruf yetkisine sahip olunan bir “mal” haline gelmesine neden olmaktadır. Bunun yerine bu kültür değerleri, gelecek nesillere korunarak aktarılması için kültür ve tabiat varlıkları olarak anılmalı ve “emanet” olarak benimsenmelidir.

Değerli Taşlar


Değerli Taşlar
Citrine

değerli taşlar
Doğadaki değerli taşlar arasında sarı renge sahip olanlar daha ender bulunurlar. Kuvars ailesinin bir üyesi olan sitrin, bu taşlar arasında ilk sırada yer alır. Safir, topaz ve elmas da sarı renge sahiptirler ancak sitrin kadar sarı tonlarının çeşitliliğini bünyelerinde barındırmazlar. 18. yüzyılda; ametist ve dumanlı kuvars kristallerinin 470 ila 560 derece ısıtılınca da sarı renge ulaştığı keşfedilmiştir. Son ikiyüz yıldır dünya piyasalarındaki sitrinin büyük bir çoğunluğu bu şekilde elde ediliyor. Ancak eğitimli bir göz, doğal sitrin ile ısıtılarak elde edilmiş kuvars kristali arasındaki farkı görebilir. Doğal sitrindeki bulutsu yapıya nazaran ısıtılarak elde edilen sitrinde çizgisel bağlar gözlemlenir.

Yakut

değerli taşlar
Hindistan’da değerli taşların efendisi olarak kabul edilen yakut elmastan sonra gelen en değerli taştır. Yakut, erime noktası 2050 °C olan değerli bir taştır. Kırmızının çeşitli tonlarında olabilmektedir. Yakuta kırmızı rengini veren içindeki krom elementidir. Yakutun sertliği 9.0′dır. Elmas’tan sonra en sert taştır. Güzelliği ve sertliğiyle değerli taşlardan biri olan yakuta Hindistan’da ‘Değerli Taşların Efendisi’ adı verilmiştir. Amerika ve Avrupa’da çıkarılır. Hindistan ve Güneydoğu Asya Yakut’un anavatanıdır.
Evliliklerin 15. ve 40. yıldönümlerini simgeleyen Yakut taşının keşfi 2500 yıl öncesine uzanır. Bugün özellikle Burma, Tayland, Kenya, Tanzanya, Hindistan, Sri Lanka, Avustralya, Kamboçya, Afganistan, Pakistan ve Birleşik Devletler’de bulunmaktadır. Eski Hint geleneğinde taşların şahı olarak nitelenen yakut taşı, tarih boyunca en kıymetli taşlardan biri olmuştur. Bu taş özellikle içinde taşıdığına inanılan ateşli aydınlığıyla bir çok kesimin ilgisini üzerinde toplamış. Bu yönüyle yakut taşı, sonsuz aşkın önde giden sembollerinden olmuş. Sol ele takıldığında iyi talih getireceğine inanılan Yakut taşı, elmastan sonra en çok tercih edilen nişan yüzüğü taşları arasında da başı çekmiş.
Latincedeki ‘ruber’ kelimesinden ismini alan yakut taşı (ruby) kırmızı anlamına gelmektedir. Bu taşın içinde corondrum maddesi bulunduğunda ise, taş safir adını alıp renk değiştirmektedir. Kırmızı olduğu zaman ise yakut olarak kalır. Ancak bu durum dahi yakutun da sadece tek bir kırmızısı olduğu anlamını taşımıyor. Her ne kadar en değerli rengi kırmızı olsa bile, portakal renginden mora kaçan nice kırmızı tonu, yakutun içerdiği renkler arasında geliyor. Zamana dayanırlıkta sadece elmasla boy ölçüşemeyecek kadar dayanıklı olduğu bilinen yakut taşı, aslında kendi yumuşak tarafı da olan bir maden. İnanışa göre bir müzede veya mücevhercide bu taşın varlığını kaale almamak, onu es geçmek veya görmezlikten gelmek, garip biçimde taşın donuklaşmasına, sönmesine yol açabiliyor.
Yakut taşı geçmişte seçkinlerin kendilerini kötülükten koruyabilmek üzere taktıkları bir maden olmuştur. Ortalıktaki tehdidin yüksekliği, inanışa göre bu taşın karanlık kırmızılığını da körükleyen bir unsur olarak değerlendirilmiş. Söz konusu tehdit ortadan kalkınca ise taşın yeniden parıldadığına inanılmış. Bunun dışında yakut taşının kendine has bir hırsız önleyici yüzü olduğuna da inanılmış. Buna göre yakut taşı iyi niyetlerle ele geçirildiğinde, yeni sahibine de iyilik getirir, eğer hırs ve kötülükle edinilirse, onu ele geçirene kök söktürebilirmiş.
Yakutun kan dolaşımını canlandırıcı etkisi, bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi olduğu gibi kişiyi sınırlamalarından kurtardığına, kendinden fazla diğer insanları düşünmesine yol açtığına inanılır. Ruhsal gelişme, cesaret, liderlik, mutluluk duygularını arttırdığı da düşünülür.

Safir

değerli taşlar
Dünyanın en değerli taşlarından safir her çeşit renkten; maviden siyaha ve bütün renk skalasına sahiptir. Safir (Gökyakut), alüminyum oksitin (Al2O3) kristal formudur. Sertliği Mohs sertlik skalasına göre 9′dur ve elmastan sonra gelir. Safir korindon mineralleri ailesine üyedir. Her çeşit renkten; maviden siyaha ve bütün renk skalasına sahiptir. Rengi, özünde barındırdığı Safir kristali elementine göre değişir. Mesela Titanyum gibi bir element varsa kristal mavi yansıma verir, bundan dolayı rengi mavi olur. Bundan dolayı safir renk skalasında sınır yoktur. Rengin doygunluğu barındırdığı minerale bağlıdır. Birçok kez minarelerle kombinasyon yapılmış ve aynı rengin değişik doygunluk ve görünüşteki farklılıklarla sonuçlanmıştır.
değerli taşlar
Safir mavi, pembe, sarı, renksiz, siyah, beyaz, portakal ve kahverengi olarak karşınıza çıkabilir. Tüm safirler içinde birbirine tıpatıp benzeyen iki safir yoktur. Berraklığını ve parlamasını arttırabilmek, piyasadaki değerini yükseltmek için safirlere genellikle birçok müdahale ve hatta ısıl işlemler yapılır. Mavi safirin kendisi dahi çeşitli renklerdedir. İnce bir maviden derin deniz mavisine kadar… Yeşil ve sarı ile kombinasyon yapılırsa harika tasarımlar ortaya çıkar. Mavi safir en popüler olanı ve en çok satılanıdır. Pembe safir ise mücevher tasarımcılarının favorisidir.
Eski zamanlardan bu yana mücevherlerde kullanılmış, hanedanlık taşı olarak kabul edilmiştir. Krallar taçlarında, broşlarında ve evlilik yüzüklerinde bu taşı kullanmıştır. Safir tarih boyunca, kralların ve hanedanların taşı olmuştur. Eski Mısır’da safirin tanrı Horus’un gözü olduğuna inanılırdı. Eski İran’lılar ise Yunan tehtidine karşı korunmak için üzerlerinde safir taşırlardı. Ortaçağ Avrupası’nda papazlar safirli mücevherler giyer, bu mücevherlerin kötü ve zararlı güçleri yok edeceğini düşünürlerdi. Tüm bunların ötesinde, safir ile ilgili şöyle bir eski inanış mevcuttur; Safir, yapısı gereği bir panzehirdir ve örneğin safirle zehirli bir yılan aynı kaba konduğunda, taştaki ışınların panzehir etkisi yılanı öldürecektir
Safir, doğal yollardan bulunabilen en zor taştır. madenleri büyük çoğunlukla Sri Lanka’da bulunurlar. Sri Lanka’da çok eski zamanlarda bulunmuş ve o günden bugüne kaliteli Safirin adresi olarak kabul edilmiştir. Bir tip safir vardır ki sadece Sri Lanka’ya özeldir; pembemsidir ve lotus çiçeğini andırır. Sri Lanka dünyanın en büyük cevher taşlarının üretimini yapan yerdir.
En değerli ve ünlü safirler ise Hindistan’dan çıkmışlardır. En iyi mavi safirler; Burma, Sri Lanka ve Hindistan’da çıkarılmaktadır. Tayland, Avustralya ve Nijerya kaynaklı safirler koyu mavidir. Neredeyse siyahmış izlenimi verirler. Bunlara “gece mavisi safirler” de denilmektedir. ABD’de üretilen safirlerde ise çekici, metalik mavi bir ton ağır basmaktadır. Bunlar dışında Kamboçya, Brezilya, Madagaskar, Kenya, Malawi ve Kolombiya diğer safir kaynaklarıdır.
Dünyanın en pahalı ve değerli taşları arasında bulunan safirler, sert ısılara dayanıklı ve muhteşem mavi renkte ve beyaz damarlı olurlar. Dünya yüzünde en değerli ve ünlü Safirler Hindistan’dan çıkmışlardır. Bugün bilinen en büyük Safir, 563 kıratlık Hindistan Yıldızıdır ve New York Doğal Tarih Müzesinde teşhir edilmektedir. 330 kıratlık olan bir diğer Safir ise Asyanın Yıldızı adlı taştır ve Washington DC’de sergilenmektedir. Kalp ve böbrekleri kuvvetlendirir ve tüm salgı bezlerini harekete geçirici özelliği vardır. Psişik yetenekleri arttırır ve sezgi gücünü güçlendirir. Bundan dolayı yaratıcı ifadenin gelişmesinde büyük rol oynar. Karışıklığın ortadan kalkmasına neden olup kozmik farkındalığı arttırır.
Safir taşı için kalp ve böbrekleri kuvvetlendirdiği, vücuttaki tüm salgı bezlerini harekete geçirici özelliği bulunduğu söylenir. Psikolojik olarak ise; inancı güçlendirerek kişiye güven verdiğine, şefkat duygusu vererek ruhsal duyarlılığını artığına, özgürlük hissi verdiğine, sezgiyi kuvvetlendirip konsantrasyonu artırdığına inanılır. Aşkta bağlılığı sağladığı ve yanlış davranışları engellediğine inanılır.
değerli taşlar
Safir çok nadir hatta elmastan bile daha nadir bulunur. Doğal olarak piyasada fiyatı da yüksektir. İşlem görmemiş iyi kalitede bir safire yatırım yapmak güvenlidir. Kolye, küpe, yüzük dışında bilekliklerde, kemer ve aksesuvarlarda olmak üzere birçok şeyde kullanılabilri. Safir bir mücevher set, neredeyse pırlanta bir set kadar pahalı olabilir ancak unutulmamalıdır ki ödeyeceğiniz bedel ile çok şık, kaliteli ve nadir bir türe sahip olabilirsiniz.

Zümrüt

değerli taşlar
Doğanın en göz alıcı yeşili, değerli taşlar arasında ayrı bir yere sahip olan zümrüt taşının yeşilidir. En kaliteli yeşile sahip zümrütler bazen elmastan bile daha pahalı olabilmektedir.
Zümrüt, gemolojide (değerli taşlar bilimi) Beril grubunda yer alır. Grubun diğer üyeleri akuamarin, morganit, heliodor, yeşil beril, kırmızı beril (bixbite) ve gosenittir. Beril grubunun temel maddeleri alüminyum ve berilyum silikattır. Taşın kimyasal formülü ‘Be3Al2Si6O18’dir. Kristal simetrisi altıgen prizmadır. Ayrışması yoktur. Özgül ağırlığı 2.63-2.91 arasında değişir. Sert derecesi 7,5-8 (Mohs). Işık kırılma oranı (1.5661.602) ve ışık saçılımı düşüktür.
Zümrütlerin bünyesinde ince çatlaklar veya bazı madde katılımları görülür. Gömülü olan bu yabancı mikroskobik materyaller taşın milyonlarca yıl geriye giden oluşum hikayesini açıklar. Günümüz teknolojisinde elektrospektrometre ile taşların sahteleri gerçeklerinden ayrılabilmekte; aynı zamanda bünyelerindeki yabancı maddeler yardımıyla hangi coğrafyadan çıkarılmış oldukları tahmin edilebilmektedir. Saydam veya yarı saydam olabilen zümrüt, cam parlaklığındadır. Zümrüde yeşil rengini veren krom veya ‘vanadium’dur.
Zümrüt, Avrupa ve Asya`nın eski kültürlerinde, mitlerin ve efsanelerin taşı olmuştur. Antik Yunan`da, “Tanrılar”la “İnsanlar” arasında aracı olan, Hermes`le özdeşleştirilen Zümrüt, bundan dolayı Tanrısal ölçülerin simgesi olmuştur. Zümrüt yeşil renginden dolayı, bitki dünyasının da bir sembolü olarak görülmüş ve yağmur yağdırdığına inanılmıştır. Hükümdar ve soylu aileler, her birinin kendine özgü hikayesi olan, çok büyük ve değerli zümrütlere sahiptiler. Geçmişte Şeytan`ın Cennet`ten kovulurken alnından düşen taşın ve Kutsal Kadeh`teki taşın da Zümrüt olduğu söylenir. Zümrüt`e kimi yerlerde “Koşulsuz Aşk Taşı” da denmektedir ve sevgililerin birbirlerine verebilecekleri en iyi armağan olarak görülür. Kesimi sertliğinden dolayı bir hayli zor olan zümrüt için taş ustaları ayrı bir kesim stili geliştirmişlerdir. Taşın temizliğini, renk özelliklerini ve sağlamlığını destekleyen ‘zümrüt kesim’ en fazla tercih edilen kesim haline gelmiştir. Mayıs ayının doğum taşı olan zümrüt ayrıca evliliğin 20. ve 35. yılları için en uygun hediye olacaktır.
değerli taşlar
Zümrüt sözcüğü Pers kökenli olup daha sonra Yunanca’da kullanılmaya başlanarak ‘smaragdos’ ve ‘smaragdus’ haline gelmiştir. Ortaçağ Avrupa’sında ise ‘esmeralde’ isimleriyle anılıyordu. Günümüzde batı dillerinde ‘emerald’, ‘emeraud’, ‘esmeraldo’ gibi değişik biçimlerde söylenmektedir. Tarihteki ilk zümrüt madenleri eski Mısır’da milattan önce 3000 – 1500 yılları arasında kurulmuştur. Daha sonrasında ise Mısırlılar bu madenler ‘Kleopatra’nın Madenleri’ olarak adlandırılmıştır. 1500’lü yıllara kadar Batılıların zümrüt ihtiyacını karşılayan ana kaynak Mısır’daki madenler olmuştur. Ayrıca Avusturya Habatchal’da (bugünkü Salzburg) Keltlerin ve Romalıların zümrüt madenleri vardı. Ortaçağda Salzburg’un başpiskoposları bu madenleri kendi hesaplarına çalıştırıyordu.
Aztek ve İnca gibi Orta Amerika medeniyetleri de dini ayinlerinin vazgeçilmez bir parçası olarak gördükleri bu taşa özel önem vermişlerdir. Yazılı tarihin başlangıcı ile zümrüt ve insan arasındaki ilişki belgelenmiş ve günümüze kadar ulaşan mucizevi zümrütler insanlığın bu taşa olan ilgisini artırmıştır. ‘Moğol Zümrüt’ü’ olarak anılan taş bu konudaki en güzel örneklerdendir. 17. yüzyılda Hindistan’da yaşayan bir rahibe ait bu 217 karatlık taşın bir yüzünde çiçek desenleri diğer yüzünde ise dini figürler kazınmıştır. Birçok kültür bu taşın iyileştirici özellikleri olduğuna inanmış ve tedavi amacıyla da kullanmıştır. Çağlar boyu, zümrüde birçok gizemli özellik atfedilmiştir. Takıldığında insanları sara hastalığına karşı koruduğu, dizanteriyi iyileştirdiği, kadınların kolay doğum yapmasını sağladığı, kötü ruhları kovduğu, taşıyanın iffetini korumasına yardım ettiği… gibi. Yeşil renginin gözlere iyi geldiği kabul edilmiştir. Diğer bir inanışa göre de üzerinde zümrüt taşıyan kişi cinayet işlerse bu taş kendiliğinden parçalanır.
Yeşil her sene tekrarlayan baharın ve hayatın rengidir. Ayrıca güzellik ve daimi aşkların rengi olarak da algılanmıştır. Eski Roma’da yeşil aşk ve güzelliğin tanrıçası Venüs’ün rengidir. Bu rengi kutsallaştıran bir kültür de İslam inanışıdır. Birçok İslam devleti bayraklarında bu rengi kullanmıştır. Bazı İslam ülkelerinde Zümrüt`ün var olan koruyucu tılsım gücünü, bazı ayetler okunarak daha da güçlendirildiğine de rastlanmıştır. İslam ülkelerindeki bu inancın aksine Hristiyan Kilisesi yeşil renkten pek hoşlanmamış ve Zümrüt`ü Şeytan`ın Taşı olarak görmüştür. Ancak unutulmamalıdır ki, Ezoterizm`de de yeşil, bilgeliğin ve bilginin de sembolü olarak nitelendirilmiştir. Zümrütteki yeşilin özelliği ise; doğada bulunan bütün yeşil tonlarını içermesidir. Işığa bağlı olarak en açık yeşilden en koyu olanına kadar tüm yeşil yelpazesine sahip tek taştır.
En saf zümrütler Kolombiya’dan
Dünyada zümrüt üretiminin önde gelen ülkesi Kolombiya’dır. Ülkede yer alan 150 yakın maden dünya ihtiyacının yarısından fazlasını karşılar. Ayrıca yeryüzündeki en saf zümrütler de bu ülkeden çıkarılır. Bunun dışında Zambiya, Zimbabve, Madagaskar, Pakistan, Hindistan, Afganistan ve Rusya’da da zümrüt yatakları işletilmektedir. Bu ülkeler arasında Zambiya zümrütleri diğerlerinden derin yeşil renkleri ve ışığı geçirgenlikleri ile kalite açısından ayrılır.
Yeni dünyanın 1492’de keşfinden sonra İspanyollar 16. yüzyılın başlarından itibaren Güney Amerika’nın bütün doğal kaynakları gibi zümrüt madenlerini de yağmaladılar. Kumandan Pizzaro 1533 yılında sadece bir seferde dört büyük sandık dolusu zümrütü İspanya’ya gönderdi. Kolombiya’da Muzo ve Chivor zümrüt yataklarını keşfeden İspanyolların Avrupa’ya getirdikleri zümrütler, o güne kadar eski dünyanın tanıdığı zümrütlerden çok daha büyük ve kaliteliydi. Ayrıca Avrupa’nın birçok bölgesinde, Batı Pakistan ve Hindistan’ın bazı bölgelerinde, Rodezya, Brezilya ve Urallar’da zümrüt madenleri bulunmaktadır. Osmanlılar ve Mughallar da özellikle 17. yüzyıl başlarından itibaren Avrupalılardan Kolombiya kökenli zümrütler ithal etmişlerdir.
değerli taşlar
Zümrüt çok pahalı olduğu için eski çağlardan beri yapay olarak elde edilmeye çalışılmıştır. Roma döneminde cam taklitleri üretilmiştir. Yapay zümrüt denemeleri ancak II. Dünya Savaşının hemen öncesinde başarıya ulaşmış ve Almanya’da zümrüt sentezine ilişkin bir patent alınmıştır. 1946’da Amerika Birleşik Devletleri’nde sulu çözeltiden yüksek basınç ve sıcaklık koşullarında oldukça kaliteli zümrütler üretilmiştir. Bu koşullarda gelişen kristaller doğal örneklere çok benzemekte, onların rengine, görünümüne oldukça yaklaşmaktadır. Yapay zümrüt mor ötesi ışık altında koyu kırmızı renkli flor ışıma özelliği gösterir. Doğal zümrüdün ise böyle bir özelliği yoktur.
Ustaca yapılmış bir kesim, zümrüdün kusurlarının görünmesini en aza indirir ve taşın rengini en iyi şekilde ortaya çıkarır. Hemen hemen bütün dünyada yaygın olan kesim basamaklı-step-cut veya trap-cut denilen-kesimdir. Daha sonradan bu tarz kesimli diğer taşlara da zümrüt kesim (emerald-cut) adı verilmiştir. Karışık (mixed-cut) veya pırlanta kesimler de zaman zaman moda olmakla birlikte, taşa camsı bir görünüm verdiği için yüksek kalitedeki zümrütlerde tercih edilmezler. Düşük kaliteli zümrütlerde kabaşon kesim daha yaygındır.
Hindistan’ın Rusya veya Transvaal’dan ithal ettiği düşük kalitedeki zümrütler kabaşon veya boncuk şeklinde kullanılır. Bazı zümrütlerin yağ içinde kaynatılarak uygun renge sahip olmalarının sağlandığı görülür. Bu şekilde işlem görmüş zümrütlerde zamanla lekeler ve benekler ortaya çıkar. Herhangi bir şüphe durumunda en iyi yöntem; taşı bir süre sıcak alkolde bırakmaktır. Sahte materyal çözünürken taşın gerçek rengi kendini gösterecektir.

Topaz

değerli taşlar
Mücevher dünyasının değerli taşları arasında yer alan topaz, rengi ve ışıltısıyla olduğu kadar kendisine yüklenen manevi anlamlarıyla da tercih edilen taşlar arasında yer alıyor. Çeşitli renkleri bulunan topaz taşının en yaygın kullanılan renklerinden biri mavidir. Şeffaf ya da yarı şeffaf olabilen topaz, pırlanta, altın ya da gümüşle sıkça kullanılıyor. En kudretli taşlardan biri olarak bilinen topaz taşının manevi anlamda bolluk getireceği düşünülüp “Bereket Taşı” olarak da anılmıştır.
Yaygın inanışa göre; göz hastalıklarına, salgınlara ve veba hastalıklarına, korku yenmeye iyi gelir. Kişinin sanatsal yönlerini açığa çıkarır, zihni sakinleştirir, bedeni gevşetir. Düşünce yeteneğini arttırır, düşünceyi odaklaştırmada yararlıdır. Diş ve boyun ağrılarında tesirli, lenf sistemini güçlendirir. Topaz, aslan, başak, ikizler, oğlak, yay ve yengeç burcunun enerji taşıdır. Ortaçağ’da nazardan korunmak için altın bileziğe takılmış olarak sol kolda taşınırdı. “Aşk Taşı” da denilen topazın, iki aşık arasına girebilecek bir soğukluktan koruduğuna da inanılır.
Mücevher ve takıda sıkça karşımıza çıkan topazın, mavi, pembe ve smoky renkleri daha fazla tercih edilmektedir. Mavinin tonlarında ise swiss blue topaz; sky ve london blue tercih edilen renkler arasındadır.

Büyük Trakya Hazinesi


Büyük Trakya Hazinesi
Bulgar arkeologlar, başkent Sofya’nın 300 km doğusundaki Zlatinitsa’da yaptıkları kazılarda, eski Trakya medeniyetine ait mezarlarda 2400 yıllık altın hazine buldular. Hazinenin parçaları arasında bu altından defne tacı gibi çok sayıda paha biçilmez eser bulunuyor.
Trakyalılar M.Ö 4000 yıllarından M.S 8. yüzyıla kadar, bugünkü Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Makedonya ve Türkiye topraklarının bulunduğu bölgede yaşıyordu. Bu tarihte bölgeyi işgal eden Slavlar tarafından asimile edildiler.


Bulgaristan’ın kuzeyinde kadim Trak kavminden kalan bir mezarı inceleyen arkeologlar 2 bin 400 yıllık olduğu tahmin edilen paha biçilmez eserleri gün ışığına çıkardı.

Tarihte ‘Getae’ diye bilinen, başkent Sofya’nın 400 kilometre kuzeydoğusundaki Sveştari köyü yakınlarında bulunan hazinede, altından mücevherler, süslü at koşum takımları, aslan kabartmalarıyla süslü altın bir taç, dört bileklik ve bir yüzük bulundu. Araştırma ekibinin başında bulunan arkeolog Diana Gergova bulguların Büyük İskender’e dayandığını savunarak, “Babası 2’nci Philip’in cenazesinde kullanılan altın eşyayla buradaki bulgular tıpatıp aynı” dedi.
Traklar, bugünkü Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Makedonya ve Türkiye’nin bazı kısımlarında MÖ 4000 ile 7’nci yüzyıl arasında yaşamıştı.

Define Yönetmeliği


Define Yönetmeliği

    Kültür ve Turizm Bakanlığı:

    Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 27/01/1984

    Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 18294

    Amaç

    Madde 1 : Bu yönetmeliğin amacı; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda belirtilen yerler dışında define aramalarında uyulacak esasları belirlemektedir.

    Kapsam

    Madde 2 : Bu yönetmelik; define arama ruhsatının verilmesine, define arayıcıdan istenecek belgelere, aramanın nasıl yapılacağına ve çıkan defineden arayıcıya tanınacak haklara ilişkin hükümleri kapsar.

    Dayanak

    Madde 3 : Bu Yönetmelik 2863 sayılı Kanunun 6 ve 50. maddeleriyle, Medeni Kanunun 696 ve 697. maddeleri uyarınca hazırlanmıştır.

    Kısaltmalar

    Madde 4 : Bu yönetmelikte geçen:

    “Bakanlık”; Kültür ve Turizm Bakanlığını,

    “Müze”; Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlı Müzeleri, İfade eder.

    Müracaat

    Madde 5 : Define aramak isteyenler, define arayacakları yerin bağlı olduğu mülki amire bir dilekçe ile müracaat ederler.

    Madde 6 : Dilekçede arama maksadı açıkça belirtilir ve define aranacak yerin il, ilçe, bucak, köy, mahalle, sokak ve ev numarası bildirilir. Ayrıca bu yerin ekili, dikili, meskun, gayrimeskun, tapulu ve tapusuz olup olmadığı ve kime ait bulunduğu açıklanır.

    Madde 7 : Müracaat dilekçesine;

    a) Define aranacak sahanın yetkili teknik elemana çizdirilmiş, İl Bayındırlık Müdürlüğünce tasdikli, 1/500 ölçekli tesviye münhanili haritası veya krokisi,

    b) Krokisi çıkarılamayacak ev ve bunun gibi yerler için ise ada, parsel ve çap numarasını belirten vaziyet planı,

    c) Uzaktan ve yakından olmak üzere çeşitli yönlerden çekilmiş net fotoğrafları,

    d) Define aranacak yer sahipli ise, gerçek kişilerden noterden tasdikli muvafakatname, tüzelkişilerden de yetkili organlarından alınacak muvafakat yazısı, eklenir.

    Madde 8 : Define aranacak yer 100 m

    yi geçemez. Bu yer verilecek fotoğraflarla harita veya krokiler üzerinde işaretlenir.

    Madde 9 : Mülki amir, define aranacak yerin 2863 sayılı Kanunun 6. maddesinde belirtilen yerler ile tesbit edilen sit alanları ve mezarlıklar içinde olup olmadığını, define aranmasında sakınca bulunup bulunmadığını, en yakın müze müdürlüğüne tespit ettirir.

    Madde 10 : Müze Müdürlüğünce, müracaat uygun bulunduğu takdirde define arama ruhsatı verilir. Ruhsatname bir yıl sürelidir. Define araması aralıksız en çok bir aya devam eder. Hava muhalefeti veya tabii afetlerden dolayı bu süre içinde bitirilemezse bir defaya mahsus olmak üzere mülki amirce en çok bir ay daha uzatılabilir.

    Madde 11 : Define araması, define aranacak yere en yakın müzeden görevlendirilecek ihtisas elemanı başkanlığında, Maliye ve Gümrük ve İçişleri Bakanlıklarının mahalli birer temsilcisi gözetiminde yapılır.

    Diğer Hükümler

    Madde 12 : Define aranacak yeri incelemeye gidecek müze ihtisas elemanı ile, aramada bulunacak ihtisas elemanı, Maliye ve Gümrük ve İçişleri Bakanlıkları temsilcilerinin yol masrafları ve birinci derece devlet memuru harcırahı üzerinden yevmiyeleri define arayıcısı tarafından ödenir. Bu yevmiyeler günlük zorunlu giderleri karşılamadığı takdirde, aradaki fark yevmiyelerin %50′sini geçmemek şartıyla define arayıcısı tarafından ayrıca ödenir.

    Madde 13 : Define aramasından doğacak zarar ziyan ve kazı yapılan yerin eski haline getirilmesi ile ilgili masraflar define arayıcısına aittir. Bu masrafların tahmini tutarı ilgili müze müdürlüğünce tesbit edilir.

    Madde 14 : Define arama yerini incelemeye gidecek müze ihtisas elemanlarının harcırahı önceden 12. ve 13. maddelerde yazılı diğer harcamalar ise arama başlamadan önce arayıcı tarafından bir devlet bankasına müze müdürlüğü adına yatırılır.

    Müze müdürü aramadan önce görevlilere avans öder.

    Hizmetin yerine getirilmesinden sonra görevlilere verecek hakediş belgelerine göre kesen hesap yapılır. Artan para aracıyla teslim edilir.

    Madde 15 : Çalışmalar, görevliler ile arayıcının imzasını taşıyan tutanaklarla günü gününe tesbit edilir. Bu tutanaklar ve arama sonunda tanzim edilecek nihai tutanak Bakanlığa gönderilir.

    Madde 16 : Define aramasının mevzuat hükümlerine göre ilgililerce durdurulması halinde arayıcı hiçbir hak, zarar ve ziyan talebinde bulunamaz.

    Define aramalarında kültür ve tabiat varlığı bulunduğu takdirde arama derhal durdurulur ve durum Bakanlığa bildirilir.

    Arayıcı bulunan kültür ve tabiat varlıkları üzerinde hiç bir hak iddia edemez.

    Madde 17 : Define aramasında çıkan buluntular Bakanlıkça tayin edilecek en az üç kişilik bir uzman heyetine incelettirilir. Elde edilecek buluntular kültür ve tabiat varlığı ise müzelere, define ise Maliye ve Gümrük Bakanlığına teslim edilir.

    Madde 18 : Bulunan definenin Maliye ve Gümrük Bakanlığınca geçer akçe olarak değeri tesbit edilir. Define Hazineye ait arazide bulunmuşsa %50′si aracıya, özel veya tüzelkişilere ait arazide bulunmuşsa, %40′ı aracıya, %10′u ise mülk sahibine verilir.

    Kaldırılan Hükümler

    Madde 19 : 14 Eylül 1973 gün ve 14855 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Define Araştırılması İle İlgili Yönetmelik” yürürlükten kaldırılmıştır.

    Yürürlük

    Madde 20 : Bu Yönetmelik Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer.

    Yürütme

    Madde 21 : Bu Yönetmeliği Kültür ve Turizm Bakanı ve Maliye ve Gümrük Bakanı yürütür

Definede Büyü ve Tılsım İnancı


Definede Büyü ve Tılsım İnancı

Bu güne kadar İslam dini, bu tür bir inancı şiddetle reddetmiş, bu tür inanmaları 10 büyük günah arasında ifade etmiştir. Yine gelişen bilimsel veriler içerisinde kabul görmeyen, yine bilim dünyasında gerçekle, ciddiyetle alakası olmadığından şiddetle reddedilen konulardandır.

Konuya kaynaklar bazında bakalım;
Anadolu kadınlarının (Nazar boncuğu) başlarına taktıkları metal süs eşyasına da tılsım denir. Bağ süslemelerinde kullanılan tılsımın, kişiyi, nazar, iftira ve kötü ruhlardan koruduğuna inanılıyor (İbn Haldun, Mukaddime, çev. Z.K. Ugan Ankara, 1957, 111, 2 vd.). Tılsım gümüş, altın vb. değerli metallerden yapıldığı gibi, bunların taklitlerinden, mücevherlerden, deniz kabuklarından da olabilir. Tılsımın “Manî” inancıyla da ilişkisi bulunmaktadır. Anadolu folklorunda tılsım genellikle büyünün etkisini sağlayan araçları ifade eder. Define vb. gizli şeyleri bulmak, kapalı yerleri açmak için ehlinin bildiği sözlere veya vasıtalara da tılsım denir (Meydan Larousse, XIX, 11508). Bir başka inanış; bulaşıcı hastalıkların tesirini önlemek ve insanlarla hayvanların kötülüklerinden korkmamak için de tılsım yapılır (M.Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, 111, 494).

Tılsım, insanları koruduğuna veya uğur getirdiğine inanılan tabiat veya insan eseri olan nesnelerin tamamını içine alır. Tılsımları insanlar bizzat kendileri üzerlerinde taşıyabilecekleri gibi, tesirli olması istenen arazi, dam çatısı, vb. yerlerde de saklayabilirler. İnsan yapısı tılsımlar, daha çok hayvan veya eşyaların küçük modelleriyle, üzerinde dinî yazılar bulunan madalyonlar ve yazılı kâğıtlardan oluşur. Bazı metal ve muskaların tılsım için kullanıldığı da oldukça yaygın uygulamadır.

Batıl inanışa göre tılsımların etkili olabilmesi, tabiattaki bazı güçlerle ilişki kurulmasına ve uğurlu bir zamanda dinî törenle yapılmasına bağlıdır Buna örnek; Antik Yunan ve Roma tapınaklarını gösterebiliriz. Tılsımdan medet ummanın mazisi oldukça eskilere gitmektedir. Papirüslerin incelenmesi Eski Mısır’da 75 kadar tılsımın mevcut olduğunu ortaya çıkarmıştır. Eski Mısır’da “Doğan Güneş” tılsımının, ölümden sonra yeniden dirilmeyi sağladığına inanılmıştır. Yine eski Mısır’da ölüyle birlikte gömülen “Menat” tılsımının, ölüyü tanrısal koruma altına aldığına kesin gözüyle bakılmıştır.

Hıristiyanlık dünyasında da tılsımın çeşitli şekilleriyle kullanıldığı bilinmektedir. Bu kullanım, din adamlarının asırlar süren mücadelelerine rağmen hâlâ tam olarak önlenebilmiş değildir. Hıristiyan halkın birtakım bâtıl inançlarından da kaynaklanan tılsım inancı, sihir, büyük ve efsunla beslenmektedir.

Yahudilikte uygulanan tılsım çeşitleri Hıristiyanlık’tan çok daha yaygındır. Bunun nedeni, geç dönem Kabalacılarının tılsıma büyük ilgi göstermeleridir. Bundan dolayı tılsım hazırlamak hahamların görevleri arasında yer almıştır. Nitekim, loğusaya zarar verdiğine inanılan Lilith’ten korumak için doğum odasına tılsımlı eşyalar asılması, Yahudi toplumlarında hâlâ yaygın bir gelenek olarak varlığını sürdürmektedir (Ana Britannica, XX, 619).

Bazı değişik şekiller göstermekle beraber tılsım hemen her toplumda vardır. Eski Bâbil, Asur ve Persler de tılsım bir teknik olarak uygulanmıştır. İslâm dışındaki bütün bâtıl ve muharref dinlerin tören ve âyinlerinde her zaman tılsımdan izler bulmak mümkündür. Birçok tarihçi ve sosyolog tılsımı, bâtıl ve muharref dinlerin bir parçası gibi ele almıştır. Tılsımla ilgili yazılı tarih öncesi bilgiler noksan olmakla beraber, Yunan ve Mısır papirüslerindeki bilgiler oldukça doyurucudur.

Türk toplumlarında tılsım ve tılsıma benzer uygulamaların mazisi İslâm öncesine kadar uzanır. İslâm’dan sonraki dönemlerde ise eski Iran, Mezopotamya ve Mısır kültürlerinin tesiriyle tılsım az da olsa varlığını sürdürmüştür (Dinler Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 1976, III, 606). Cahiliye dönemi Araplarında fal okları atmak, çeşitli anlamlara gelen taşlar dikmek, yıldızlara bakarak mana çıkarmak, birtakım kareler içinde harf veya rakamlar yazarak tılsım yapmak oldukça yaygın bir uygulama idi.

Anadolu’da tılsım ve tılsıma benzer uygulamalar, Hıristiyanlık, eski putperest dinler ve komşu kültürlerin tesiriyle âdetâ kurumlaşmış, büyücülükle iç içe yürümüştür.

İslâm tılsım yapılmasını da, tılsıma inanılmasını da yasaklamış, medet umarak onu meslek edinmeyi şiddetle reddetmiştir. Ayrıca İslâm, tılsımın mucize ve keramete benzetilmemesine özen göstermiş, onu müşrik ve kâfirlere özgü bir faaliyet olarak değerlendirmiştir. İslâm’a göre tılsım, Allah’tan gelen bilgilere dayanmaz. Kur’an-ı Kerîm, tılsım ve ona benzer faaliyetleri bâtıl ve şeytan işi saymış (el-Âraf, 7/102), safir sözüyle de büyü ve tılsım yapanları kastetmiştir (el-Âraf, 7/109, 113; et-Tûr, 52/15; el-Hicr, 99/14-15). Hz. Muhammed’e gelen ilâhî vahye inanmayanlar ona sihirbaz, büyücü ve tılsımcı iftirasında bulunmuş ve sözlerini de sihir saymışlardır (el-Müddessir, 74/24).

Hz. Peygamber, yedi büyük günahtan birincisinin Allah’a şirk koşmak olduğunu açıklamış, ikincisi de “sihir ve tılsımla ilgilenmektir” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerîm ve Hadis-i şerif’ler, Allah’ın iradesi dışında hiç bir kimsenin, hiç bir kimseye fayda veya zarar vermeyeceğini defalarca vurgulamış, tılsım yapan kişide olağanüstü bir güç bulunduğuna inanmayı kesinlikle reddetmiştir (el-Mâide, 5/90; Tâhâ, 20/69)

Bizim en büyük kaynağımız Kur’ân-ı Kerim’dir ..

Kaynak:gizlimi.com

Antika


Antika

Antika, maddi değeri olan eski eşya demektir. Bir eşyanın ya da sanat yapıtının “antika” sayılabilmesi için yaşlı olmasının yanında az bulunur özellikte olması gerekir. Ne var ki her eski eşya da antika sayılmaz. Yaklaşık 100 sene civarında, bir dönemi yansıtan, estetik ölçülere uygun, yapıldığı dönemde de farklı ve seçkin parçalara denir.

Antikalar ünlü bir kişiye ya da belli bir tarihsel döneme ait olabilir. Yalnızca iyi korunmuş eşyalar da zamanla antika değeri kazabilir. Bunlar resim ya da heykel gibi sanat yapıtları, mobilya ya da kap kacak gibi ev eşyaları olabilir. Bazı insanlar yalnızca güzel buldukları, bazıları ise sonradan değerleneceğini bildikleri için koleksiyonlar oluştururlar. Aradan uzun zamanın geçmesiyle bu koleksiyonun parçaları birer antika özelliği kazanır. Antikalar ender bulundukları için değerlidir.

Antikalar yapıldıkları yer ve zamana göre adlandırılabilir. Bir İngiliz antikası, Kral George ya da Kraliçe Victoria dönemlerinde yapıldığı için onların adıyla anılabilir. Bir Fransız antikası XV. Louis ya da Napolyon dönemiyle ilişkilendirilebilir. 12. yüzyıl Anadolu Selçuklu rahlesi yapıldığı dönem, 16. yüzyıl İznik çinisi yapıldığı yerden dolayı özel değer taşır. Bir eşyanın antika sayılabilmesi için yapıldığı yerin ve zamanın kanıtlanması gerekir. Pek çok eşyada hangi fabrikada yapıldığını ya da hangi ustanın elinden çıktığını belirten bir işaret bulunur ve bu durumda eşyanın antikalığı kuşku götürmez. Üzerinde işaret bulunmayan antikaların nerede ve ne zaman yapıldığını ise, uzmanlar malzemesine, modeline, renklere ve yapımındaki ustalığa bakarak anlayabilirler.

Koleksiyoncuların en çok ilgi gösterdikleri bazı antikalar şunlardır: Cam eşya; saatler; metal eşya; mobilya; seramik ve porselen eşya; halı ve kilim. Eski gümüş , mobilyalarınız , halı , kilim , işlemeli bez , kadife bezleriniz , yatak örtüleri , bakır eşyalarınız , avizeler , tablolar , resimler , kartpostallar , efemeralarınız , pul , eski paralarınız , radyo , telefon , daktilo , eski mekanik eşyalarınız , el yazması kitaplar , eski çizgi romanlar , taşplak , eski plak ve pikaplarınız , askeri kıyafetler , kılıç , kama , eski madalya ve nişanlarınız.

 Antikanın, sadece estetik değeri ile değil tarihsel önemi ile de değerlendirilmesi gerekir. Her eski, antika demek değildir. Klasik tabir ile 200 sene evvel yapılmış bir kaldırım taşı antika olmayacağı gibi, 50 sene önce bir sanatçı tarafından yapılmış estetik bir vazo antika olabilir.

Antikaseverler iki şekilde eser alabilirler. Bunlardan biri, antikalar hakkında sahip oldukları kendi bilgileridir. Diğeri ise antika aldıkları kurum ya da kişilere duydukları güvendir… Antikaya olan merak belli bir birikim gerektirir. Koleksiyonculuk yolunda ilerleyen kişi, zaman içinde gelişir ve koleksiyoner olur.

Tarih öncesine ait Gizemli kuru kafanın sırrı neden çözülemiyor


Tarih öncesine ait Gizemli kuru kafanın sırrı neden çözülemiyor?

3 bin 600 yıllık bir kurukafa. Ama bildiklerimizden çok farklı. İnsanlık tarihinin eski kalıntılarından en esrarengiz parçalar arasında sayılıyor. Ve nasıl ve kimler tarafından hangi teknolojiyle bu denli mükemmel yapıldığı hala bilinmiyor.
Bugünlerde Edinburg kentinde “Tarih ve Sırları” adlı sergide yer alan 3 bin 600 yıllık “Kristal Kurukafa”, ziyaretçilerin ilgi odağı haline geldi. “Kıyamet Kurukafası” ya da “İndiana Jones” filmine ilham kaynağı olan İngiliz maceraperest Mitchell Hedges’in adıyla “Mitchell Hedges Kurukafası” olarak da bilinen bu tarihi kalıntının, kimler tarafından ve nasıl yapıldığı konusunda hala hiçbir açıklama yapılamıyor.
Ünlü yönetmen George Lucas’ın “İndiana Jones” serisinin “İndiana Jones ve Kristal Kurukafa’nın Krallığı” adlı filmine de konu olan, ünlü bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke’ın 1980′lerdeki “Esrarengiz Dünya” adlı TV serisinin logosu olarak da kullanılan Kristal Kurukafa, Mitchel Hedges tarafından 1940′lada, şimdiki Belize topraklarında bir tapınakta bulunduğu açıklanmıştı. Ancak bir başka iddiaya görre Hedges bunu, 1943′te New Yorklu bir antikacıdan almış.

Maya dönemine ait 1000 yıllık bu kristal kuru kafa, tek bir blok kristal üzerine oyma olarak yapılmış. Nasıl yapıldığı hala anlaşılamayan kuru kafanın altından tutulan ışık, doğrudan göz çukurundan yansıyor.
Kristl Kurukafa’yı inceleyen bilimadamları, 3 bin 600 yıllık olduğunu tesbit ettiler ama hangi teknolojiyle bu denli mükemmel yapıldığını açıklayamadılar.
1970′lerde 1.3 milyon dolar değer biçilmişti. Ancak kısa süre sonra Kristal Kurukafa’yı değerlendiren ünlü Smithsonian Enstitüsü, bir gün insanlık tarihine farklı bir ışık tutabilecek bu parçanya yeni bir değer biçti ama bu rakam da sır gibi saklanıyor.

resim kafatası orjinaldir…

Alıntı:
http://www.facebook.com/suleymanburaktv

KUMRAN BELGELERİ VE YAKUP KİLİSESİ’NİN SIRLARI ?


KUMRAN BELGELERİ VE YAKUP KİLİSESİ’NİN SIRLARI ?

BULUNAN TOMARLARCA EL YAZMASINDA NELER GEÇİYORDU ?

(Meraklısı içindir)



1947 yılında ilk defa bir Arap çobanı tarafından olmak üzere 1947-1956 yılları arasında Lut Denizi etrafındaki mağaralarda (İlki bir küp içinde çoğu Aramice (Hz.İsa’nın dili) yazılmış) birçok döküman bulundu.

Tomarların bulunduğu yer nedeniyle bu belgeler Lut Denizi Tomarları olarak adlandırıldı. Bu tomarlar 20.000’den fazla el yazması parça ve 100’den fazla Kutsal Kitap’tan oluşmaktadır. Bu muazzam kütüphane İ.S. 68 (Kudüs’ün Romalılarca istilası) civarında Esseniler denilen bir tarikat tarafından kurulmuştur ve bu kütüphane Eski Ahit’in büyük bir bölümünü içermektedir. Esseniler, Ferisiler ve Sadukiler gibi yoldan çıkmış bir tarikat değil; Allah’a ve O’nun sözlerine bağlılıklarını sürdüren ve kutsal yazıları çok titiz olarak korumaya çalışan bir tarikattı. Esseniler diğer tarikatlardan uzak dururlardı ve zamanlarının yarısını da kutsal yazıların el yazmalarıyla çoğaltılmasına ayırırlardı. Bu nüshaların yazılması İ.Ö. üçüncü yüzyıl ile İ.S. 68 arasındaki tarihlere ait olduğu sanılmaktaydı. Bu “Lut Denizi Tomarları” bugün İsrail’de “Shrine of the Book” adlı bir müzede (http://www.imj.org.il/shrine/caveofletters.html) sergilenmektedir. Dileyen herkes bu tomarları görebilir. Yazıların tarihiyle ilgili bir çok değişik ileri sürümde bulunulsa da yazıların içeriğinden anlaşıldığı üzere yazılar Hz.İsa’nın kardeşi “Doğru Yakup” taraftarlarınca yazılmıştı.
Hıristiyan tarihçi Eusebius, MS. 300, Esseniler’in Hıristiyanlıkla bağları olduğunu söylüyordu. Yakup, Hz.İsa’nın kardeşi (Mat 13:55-57), Kudüs Cemaati’nin ilk önderi idi. Eusebius çalışmalarında Yakup’tan “Doğru”, ve doğuştan mübarek diye bahseder. Hiç içki içmemiş, hayvan eti yememiş ve hiç başına jilet değmemiş.(Sakalı ve saçı uzun)(Eusebius sf.59). Din adamı kıyafetiyle tek başına mabede girerdi. İnsanların affı için o kadar çok dua ederdi ki dizleri “deveninkiler gibi ” sertleşmişti. Bunların hepsi Yahve’nin seçtiği Tanrı’nın yardımcıları olan “Nazorenim” yani yardımcıların özellikleriydi. Nazorenler Tanrı’nın kitabı Tevrat’ın en çetin bağlıları idi (Sayılar 6:1-5). Onlara verilen bu isim misyonlarıyla alakadardı. Hz. İsa’nın gerçek takipçilerine Aramice olan “Nozrei Brito” ya da İbranice ‘Nozrei ha-Brit’ – Onun Anlaşması’nın (İncil) koruyucuları denirdi. (Eisenman sf.36, 99). Yoksa Nasıralılar kelimesiyle alakası yoktur. Nasıra, Hz.İsa’nın doğduğu köy diye bilinir. Sonraki gelişmeler bu terimi unutturdu ama izleri kaldı. Örneğin ilk şehit İstefanos, Yahudi hahamlarını “Kanun’a” (Tevrat’a), peygamberlere uymayıp da Adil olan’a ihanetle suçlamıştı. (R.İ. 7:51-53). Kur’an-ı Kerim’de Hz.İsa’nın havarilerinin Hz. İsa’ca seçilen Allah’ın dininin yardımına kim hazır diye sorduğunda verdikleri cevap bununla ilgilidir.

Ayetler şöyledir:Al-i İmran:35,50~54

3/35 Hani İmran’ın karısı şöyle demişti: “Rabbim, karnımdakini özgür bir biçimde sana adadım; onu benden kabul et.Kuşkusuz sen, evet sen, herşeyi duyan, herşeyi bilensin.”

[50] Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah’tan korkun, bana da itaat edin.

[51] Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.

[52] İsa, onlardaki inkarcılığı sezince: Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir? dedi. Havârîler: Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler müslümanlarız, cevabını verdiler.

Yakup İncil’i o kadar iyi öğretiyordu ki Romalılar’dan bir kısmı dahi Hz.İsa’nın Allah’ın Mesih’i olduğuna inandırmıştı. “O, eşsiz doğruluğuyla ‘Doğru’, ‘Sadık’ ve dilimizdeki gibi ‘İnsanların ve Doğruluğun Duvarı’ olarak çağrılırdı.” (Eusebius sf.59)

Doğru Yakup’un ardageleni Eusebius’a göre, Hz.İsa’nın kuzeni, Şimeon’du. Babası Klopas Hz.İsa’nın annesi Hz.Meryem’in kocası olan marangoz Yusuf’un kardeşiydi. Şimeon Hz.Davud’un torunu ve Hz.İsa’nın takipçisi olduğu için Latin Kralı Trayan tarafından katledildi. Onun ardageleni, Justus, Hz.İsa’nın ve Kutsal Kanunun takipçisiydi. Bunların hepsi İmparator Domityan tarafından Filistin’de bir tehdit olarak görüldüklerinden şehit edildi.. (Eusebius sf.95-96).

Bu kilise Grek Hıristiyanlarca MS.135′e dek İbrani olduklarından ve Kutsal Kanunu sıkısıkıya takip ettiklerinden “Sünnet Kilisesi” diye çağrılırlardı. (Eusebius sf.107). Bu Romalı Hadriyan’ın MS.135′te Kudüs’ü zaptına dek bu çizgide devam edildi. Hadrian tüm Yahudileri Kudüs’ten çıkarıp kenti talan etti ve puthaneye çevirerek adını Aelia Kapitolum koydu. Yahudiler Bar-Kohba ile yaptıkları devrimde yenildiler ve dağıldılar. Sonraları kent Yahudi olamayanların kontrolünde ve Pavlosçular’a geçti..
Kendin İncil’inden emin ve yolunda doğru olduğunu iddia eden Pavlos maalesef bu Kudüs Cemaati’ni ve İsa Mesih’in İncil’ini görmezden gelemezdi.. Yakup, Petrus ve Yuhanna’nın ve takipçilerinin prestiji örtbas edilemezdi. Yahudi olmayan ve açıkdeniz Yahudileri’ne ulaşmak için bu kilisenin desteğine ihtiyacı vardı.. Pavlos bu yüzden Kudüsteki ‘Tanrı’nın Mübarekleri’ için toplanan yadım ile bizzat ilgilenmişti.

(1 Kor 16:1-4),

Kutsallara yapılacak para yardımına gelince, siz de bunu Galatya topluluklarına buyurduğum şekilde yapın.
2- Her biriniz haftanın ilk günü kazancına göre bir miktar parayı alıkoyup biriktirsin, böylece yanınıza geldiğim zaman para toplamaya gerek kalmasın.
3-Ben oraya vardığımda, bağışlarınızı götürmek üzere uygun gördüğünüz kişileri tanıtıcı mektuplarla Kudüs’e göndereceğim.
4-Eğer benim de gitmeme değerse, onları yanıma alıp gideceğim.
bu olay Korintoslular’a her iki mektupta da önemle vurgulanmıştı.

(2 Kor 8:20-21) .

2-Bu büyük bağışla ilgili hizmetimizde kimsenin eleştirisine hedef olmamak için özen gösteriyoruz. 21 Çünkü yalnız Rab’bin gözünde değil, insanların gözünde de doğru olanı yapmaya dikkat ediyoruz. 22Birçok kez ve birçok durumda sınayıp gayretli bulduğumuz, şimdi size duyduğu büyük güvenle çok daha gayretli olan kardeşimizi de diğer ikisiyle birlikte gönderiyoruz. 23Titus’a gelince, o benim paydaşım ve aranızdaki emektaşımdır. Diğer kardeşlerimiz ise toplulukların elçileri, Mesih’in kıvancıdırlar. 24Bu adamlara sevginizi kanıtlayın; onlara, inanlı toplulukları önünde sizinle övünmemizin nedenini gösterin.shows the suspicion with which he had to contend.
Pavlos, Yakup ve grubunun otoritesini kabul etmeliydi. Yabancılara ulaşmak ancak böyle mümkündü. (Gal 2:1-10) Ama yine de Kudüstekilerce hediyesinin kabul edilmeyeceğinden korkuyordu ‘Umarım Kudüs’e götüreceğim hediyeler Kudüsteki Kutsal kişilerce kabul görür’ (Rom 15:31).  ama yine Pavlos onlara tamamen teslim olmaz throws in the line (Rom 14:2)
’2Biri her şeyi yiyebileceğine inanabilir; öte yandan, imanı zayıf olan yalnız sebze yer.’ . Yakup, bir vejeteryandır.

Ebyonlar lakabı ilk defa Tevhidçi Irenaeus, (Adv. Haer., I, xxvi, 2,)’de. Sonra, Origen (C. Celsum, II, i; De Princ., IV, i, 22) ve Eusebius (Hist. Eccl., III, xxvii) kitaplarında geçer.
İşte burada da ilk Mesih takipçileri hakkında bir kitaptan alıntı:
İsa’dan sonra Hıristiyanlık 2′ye bölündü: Pavlos, ki kesinlikle Yahudi dışı bir inanç benimsemişti; ve Yahudi-Hıristiyanlar ki Tevrat hükümlerinin sıkı takipçileriydi. Pavlos’un topluluğu Katolikliği doğurdu. Kalanlar ise, Ebyonlar (Fakirler) olup, dışlanmış olarak yaşadılar.

Ebyonlar’ın iki ekolü vardı. Birincisi Nazorenler, İsa’yı Mesih, ve Bakire Meryem’den doğan peygamber sayanlar. [...]
Ebyonlar Yahudiler’i karanlık ve Pavlos yüzünden lanetli olarak ilk sapık saydılar. Bu grup Pavlos’un tuttuğu kitapların hepsinin uydurma oladuğunu savundular. [...]
["Crimes of Perception: An Encyclopedia of Heresies and Heretics," (Algılama Suçları: Bir Sapkınlar ve Dalaletler Ansiklopedisi) Leonard George (Paragon House, New York, 1995), başlık "Ebionites."(Ebyonlar)]

İnciller ve Ölüdeniz Yazmaları’ndaki paralellikler:

Kullanılan bazı deyimler:
“Doğrulukla hareket eden kişi” (Yn. 3:21 & Kurallar Kitapçığı 3, 21)
“Tanrı’nın işleri” (Yn. 6:28 & Kurallar Kitapçığı 4, 4)
“Şeytan Meleği” (2Kor. 12:7 & Şam Dökümanı 16, 4)
“B’lial” (2Kor. 6:14 & Kurallar Kitapçığı. 1, 16f; Şam. Dök. 4, 13; vs.)
“Hayatın ışığı” (Yn. 8:12 & Kurallar Kitapçığı. 3, 7)
“Karanlıkta yürüyen” (Yn. 8:12; 12:35 & Kurallar Kitapçığı. 3, 21)
“Işığın Oğulları” (Lk. 16:8; Yn. 12:36; Efes. 5:8; 1 Sel. 5:5 & Kurallar Kitapçığı. 1, 9; 2, 24; 1QM)

“Yaşam Suyu” (Vaftiz töreninde geçer) (Yn 4:10, Say. 21:18 & Şam Dök. 4, 4-5; 7, 9-8, 21).
“Kutsal Ruh” İncil’dekinden farklı temizlenme suyu gibi insanı Aldanmışlıktan koruyan Tanrısal ilham (Kurallar Kitapçığı 4,12-13)
“Yedi kez mühürlenmiş Kitap” (Vahiy 5 :1 & 4Q550; Kol. 4 satır 5).

İsa Mesih’in şu sözleri:
Sonra Yahya’nın öğrencilerine şöyle karşılık verdi: «Gidin, görüp işittiklerinizi Yahya’ya bildirin. Körlerin gözleri açılıyor, kötürümler yürüyor, cüzamlılar temiz kılınıyor, sağırlar işitiyor, ölüler diriliyor ve Müjde yoksullara duyuruluyor. 23Benden ötürü sendeleyip düşmeyene ne mutlu!»

(Luka 7:22-23 ve Matta 11:4-5)

Mesihin kriterleri 4Q521 dökümanında verilmişti:
[Gök]ler ve yer O’nun Mesih’ini dinleyecek,ve kimse kutsilerin emirlerinden şaşmayacak. Ey Rabb’i arayanlar, kendinizi ona hizmet için güçlendirin! Tüm kalpleri ümitle dolu olanlar Rabb’i böyle bulmayacak mısınız? Böylece Rabb fakiri ve Doğruyu ismiyle çağıracak. Fakirlere “Ruh”u kaplanacak ve Gücüyle imanlıyı yenileyecek. Ve Sonsuz Krallığında Fakiri yüceltecek. O ki mahkumları kurtarır, körleri iyileştirir, [eğ]riyi düzeltir. Ve son[suza] dek ümitliye vereceğim ve O’nun merhametinde..
Ve me[yv]e kimse için gecikmeyecek. ve Rabb Hiç görülmemiş izzetle onu yüceltecek. Çünkü O yaralıyı iyileştirecek, ölüyü diriltecek Ve İYİ HABER’İ Fakirlere müjdeleyecek. . O evini terk edeni ve hikmeti yönetecek (Michael O. Wise, çevirisi)

Yohanan (Vaftizci Yahya) ve Kumran
(Mr. 1:1, 4)’te şunları okuruz;

4Böylece Vaftizci Yahya çölde ortaya çıktı. İnsanları, günahlarının bağışlanması için tövbe edip vaftiz olmaya çağırıyordu. 5Bütün Yahudiye halkı ve Kudüslülerin hepsi ona geliyor, günahlarını itiraf ediyor, onun tarafından Şeria nehrinde vaftiz ediliyordu.

George Howard’ın belirttiği gibi Vaftizci Yahya’nın öğrencileri eski zamanlardan beri devam ediyordu. (The Gospel of Matthew according to a Primitive Hebrew Text by George Howard; 1987; p. 205; see Acts 18:5-19:7; Justin, Trypho 80; Pseudo-Clementine Recognitions
1:54:60) Bu insanlar hala Irak’ta yaşıyor.
Dikkatli bir bakış Yahya’nın da talebeleri olğunu gösterecektir. (Jn. 1:35) Onlar, Bethabara (Jn. 1:28)’da Qumran’dan 8 mil ötede yaşarlardı..
İşte Kumran belgelerinin bulunduğu mağaralarda bu bahsedilen coğrafyada bulundu. Hem İncil’de hem de yazmalarda bu “Çöl” terimi geçer” (İşaya 40:3′e atfen). Luke 1:80 states:
“…çocuk [Vaftizci Yahya] büyüdü ve ruhça gelişti, ve İsrail’de görünene dek çöldeydi.” Peki bir çocuk çölde ne yapar? Yoksa Kumranlılar mı Yahya’yı yetiştirdi?
Dahası Josephus Yahya ve annesi Elizabet’in buraya gelmiş olabileceğini desteklercesine Esseniler’in başkalarının çocuklarını büyüttüklerinden bahseder. (Josephus; 2:8:3).

Definecilik


Definecilik

İnsanlar tarih boyunca çeşitli sebeplerle sahip oldukları toprakları bırakarak başka topraklara göç etmişlerdir ve sahip oldukları değerli eşyalarını bıraktıkları evlerinin içine veya güvenli olduğuna inandıkları yerlere gömerek daha sonraki zamanlarda geri dönerek bunları geri almayı ummaktadırlar biz bunlara define (gömü)demekteyiz .Normalde bu tip olayların azlığı mantıklı gelsede yakın tarihe kadar savaşlar ve felaketlerle boğuşan dünyamızda toprak insanlar için koruyucu ve kollayıcı olmaktadır .Nedeni ise belirsizlik,yollardaki hırsızlık vs.

Tarihi Eserler ve Eski Gömüler

Eskiden insanlar bu kadar hızlı ve güvenli yolculuk şartlarına sahip değillerdi dolayısı ile acil olarak terkedilecek yerleşim yerlerinde ihtiyaca yönelik eşyalar hemen taşınırken birikimlerinide toprağın gizli kucağına emanet ederlerdi bir gün geri dönerek çıkartmak üzere.Fakat saklanan değerli eşyalar zamanla unutularak yada yeri bulunamayarak toprağın altında çok uzun süre kaldıklarında tarihi eser değeride kazanmaktadırlar.

Dağlarda genellikle keçiler ve define avcılarının dışında kimse dolaşmaz yani insanların pek sıklıkla dolaşmadıkları bu yerlere eskilerin birşeyler gömmüş olmaları ihtimali ve gömülenin çıkarılmamış olma ihtimali kuvvetlidir.

Nişan ve Nişancılık

Gömünün yerini belli etmek için dikilen taş veya kaya gibi kalıcı yerlere kazınan işaretlerdir .Bazı durumlarda Harita mevcutsa yerine oturtmak için yine nişancıya iş düşer. Nişana varılacak yolu anlatan semboller, tepe, höyük, çeşme ve mezar türü eski yapılardır.

Mühür ve Tılsımlar

Mühürler genel olarak hazinenin kime ait olduğunu hatırlatan küçük işaretlerdir fakat bazı durumlarda sonderece tehlikelidirler.Sıkı sıkıya kapatılmış bir küpün içindeki sayısız mantar ,vürüs ve en bilinen koruna yöntemi siyanürün dışarı sızmasını önleyebilir.Bu yüzden çok sayıda defineci kardeşimiz telef olmuştur.Bir mühürü kırmanın en iyi yolu bu işten anlayan bir arkadaşla temasa geçmektir.TILSIM’a gelince tılsım tam olarak defineyi korumak için büyücü ve cinci hocalar tarafından yapılan cin bağlamalarıdır.Cinlerden bir grubu defineye bekci olarak bırakmasıdır.Tılsımlar genellikle definecilerin korkulu rüyasıdır bir tılsımın bilmeyen birkişi tarafından hafifce çatlatılmasından doğan çarpılmalar veya senelerce süren cin çarpmaları en bilinen hadiselerdir .Kaldıki hiç tılsımı olmadığı halde cinlerin sahiplendikleri sayısız hazine ve eşyayla karşılaşan deneyimli insanlar bile etkilenmektedir.

Definecinin Sorumlulukları


Definecinin Sorumlulukları

- Devletine ve tarihine karşı olan sorumluluğudur. Bu nedenle Ülkemizin tarihi dokusunu korumalı ve tahribata engel olmalıdır.

- Defineci Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yasalarına uymalı, kaçak kazı,kaçak eser alım satım, aracı olma gibi fiiliyatlardan uzak durmalıdır, Yasal zorunluluklar yerine getirilmeden kazı yapmamalıdır.

- Yasalara uymalı, kazı esnasında can güvenliğini almalıdır. Definecilik geçim sağlama kaynağı olmayıp, asil geçim işini terk edip definecilik yapmamalı, hobi şeklinde yapmalıdır.

- Kazı esnasında sadece çil çil altın çıkmaz beraberinde bir takım tarihi eserde çıkabilir, bunlar para etmez mantığı ile kırıp yok etmemeli, kazıda bulduğu her türlü eseri mahalindeki müzeye teslim etmelidir.

- Defineci çalışma ve araştırma esnasında ekip üyelerine karşı sorumluluk taşımalı tamahkar ve bencil olmamalı, verilen görevi zamanında ve başarılı bir şekilde yerine getirmelidir.

- Tüm çalışmalarından bilimsel yöntemleri kullanmalı, zaman ve maddi kayıplara neden olmamalı, yüzeysel bulguları yok etmemeli ve kırmamalıdır. Can güvenliğini sağlamalıdır.

Defineciler Cihaz Seçiminde Nelere Dikkat Etmeli?


Defineciler Cihaz Seçiminde Nelere Dikkat Etmeli?

Definecilerin cihaz seçiminde dikkat etmeleri gereken en önemli unsur şunlardır:

-Cihaz almak için gittiğiniz firmaların bu işi ne kadar bilip bilmediğine,
-Sattıkları cihazın yapılış amacına uygun olup olmadığına,

-Satın aldığınız cihazın firma tarafından size arazide metalleri gömerek denenip denenmediğine,

-Firmanın cihaza hangi ölçülerde garanti verdiğine,

-Devlet tarafından cihazın çalışma sistemine verilen bir belge olup olmadığına,

-Cihazın pratik ve rahat kullanılıp kullanılmadığına,

-Serigrafinin ve kullanma kılavuzunun Türkçe olup olmadığına dikkat edilmelidir.

Bu gün birçok firma define arama cihazı satmaktadır. Ürünlerin tanıtımı ya televizyon reklamları ile yada gazete, internet üzerinden yapılmaktadır. Size tavsiyemiz bu tanıtımların tümünü takip edin. Satıcı firmalarla görüşün ürünü gidip görün ve kullanım amacına uygun olarak size toprakta test edilmesini isteyin. Firmaların müşteri temsilcilerine aklınızdaki tüm soruları sorun cevap isteyin ve sizin için en doğru seçimi yapın. Unutmayın hala daha cihaz imalatında son nokta konmamıştır. Bu uzun bir depardır. Son yıllarda bazı defineciler define aramak için sismik cihazları tercih etmektedirler. Bu tür sismik cihazların define aramaya uygun olup olmadığı hala daha kanıtlanmamıştır. Sismik restivite türü cihazlar metal tespitinden çok toprak yapısını incelemek, su bulmak için kullanılır.

Toprak altındaki altın, gümüş, bakır gibi kıymetli metalleri tespit etmek bu tür sismik cihazların işi değildir. Metal tespitinde kullanılan en önemli cihazlar pals indüksiyon cihazlardır. Veya indüksiyon balas sistemlerdir.

Define Bulmak İçin


Define Bulmak İçin
EL RAKîB

Bu ad Allah’ın azametli adlarından biridir. Hazine veya define gömülü bir yerde bu adı çokça anan bir kimseye, o hazineyi örtüp gizleyen veya görünmesine mâni olan bir gizlilik perdesi (Hicâb) kalkarak, hazine o kimseye görünmüş olur. Bu adın sayılarından yaratılan hizmet meleğinin adı (Samsımâil) dir. Bu kerametli meleğin buyruğu ve kumandası altında 4 kumandan melîke bulunmaktadır. Bu kumandanllardan her birinin buyruğu altında 312 melâikeden oluşan 312 sıra Melâike bulunaktadır. Bu Melâikelerin tümü, Rabbin gözü yerinde olan fâni olacaklarla bâki kalacakların isbâtını koruyan melaklerdir. Bu adı çokca anan bir kimseye yukarda adı geçen hizmet meleği inerek yüksekçe bir makam veya rütbe vermiş olur.

Defineyi Bulmak İçin

Ebced harflerinin ilk dört harfini, bu harflerin idmarları ile birlikte üç parça çamur levha üzerine yazdıktan sonra, bunları bir horozun boynuna asacak olursan,  horoz saklı definenin bulunduğu yere gidip durmuş olur.Orayı kazdığın takdirde defineyi bulmuş olursun.

Define, Hazine Nerelerde Aranmalı


Define,  Hazine Nerelerde Aranmalı

Define arayıcıları için çok önemli bir konuyu burada açmaya çalışacağız.Ancak burada vereceğimiz bilgilerin bir kanunu, ya da mutlakiyet ifade eden bir yönü bulunmamaktadır.Bununla beraber define gömülerinin nirengi noktalarıyla ilgili olarak hata payı çok az olan bazı bilgi ve tecrübeleri aktarmış olacağız.
Bu işle uğraşanların ve bizim de sıkça ifade ettiğimiz gibi banka ve başka bir koruma yolunun bulunmadığı dönemlerdeki insanlar para ve kıymetli eşyalarını, ancak kendilerinin belirleyebildiği en gizemli noktalara saklıyorlardı.Bu noktalar arazinin muhtelif yerleri olabileceği gibi evler, kiliseler ve çeşitli doğa yapıları olabiliyordu. Bunların dışında elbette her para gömücüsünün kendine has belirlenmiş yerleri de olabilir. Bizim burada yapacağımız; para ve kıymetli eşyaların nerelere konulabileceğinin mantığı üzerinde durmaktadır.

Öncelikle şunu ifade edelim:

1. Gömüyü yapan kişi malzemesini gömmeden önce mutlaka iyi bir düşünce sürecinden geçecek, kendi yaşadığı bölgelerin içinde kendisine en uygun ve akla en yatkın yeri bulmaya çalışacaktır. Ancak akla yatkın olması kendi açısından önemlidir. Bu nokta başkası tarafından akla ve mantığa uygun olmamalıdır. Gömüyü yapan kişi en kalabalık bir yeri seçip ordaki gelen geçen insanlara da fark ettirmeden malzemeye bekçilik yaptırabilir.

2. Seçtiği gizli gömü alanı kendisinin sık sık ziyaretle kontrol edebileceği bir mekan olmalıdır. (bu madde eşkıya ve muharipler için geçerli değildir). Özellikle ev ve bahçe gömüsü yapan insanlar oturup yattıkları odalardan ya da pencerelerden rahatça gözleyebilecekleri alanları seçerler.

3. Gömü yapan kişi ya da kişiler daha sonra tekrar geleceklerini düşündüklerinden dolayı da; gömü alanın çevresinde kendilerine uygun belirli yerleri nirengi noktası olarak alırlar. Bu madde arazi ve orman gömüsü yapanlar için daha önemlidir.

4. En son olarak; gömü yapan kişi; gömü alanı çevresinde bir takım işaretler koyacak ve onlarla yerin bulunmasını sağlayacaktır. Definecileri esasen en çok ilgilendiren meselede burasıdır.Ancak bu yönü işin aynı zamanda en zor olan kısmıdır.Zira gömücün bıraktığı işaretin çözülebilmesi için öncellikle bu işin bir kuralının bulunmadığı bilinmelidir.Burada mantıklar zorlanacak,edinilen tecrübelerden yola çıkılarak bir sonuca varılmaya çalışacaktır.Bir de;gömücü kişinin sosyal yapısı, eğitim durumu, yaşadığı devir ve dine bakış açısı iyi bilinecektir. Sadece bunlarla bitmeyip bir de Grek, Roma, Frig, Bizans ve yerine göre Osmanlı alfabe ve rakam sistemlerinin bilinmesi kaçınılmaz olmaktadır. Son olarak da; belki bir miktar tarih bilgisi definecinin en önemli malzemesi olmaktadır. Çünkü biz Hz.İsa’nın henüz doğumu 2.000 sene olmasına rağmen 3.000 yıllık İncil’den bahseden tarih uzmanlarını! Çok gördüğümüz için bu meselenin ne kadar önem taşıdığını da çok iyi biliyoruz.

Malzemeyi gömen kişinin yer sorununu çözmesi ile ilgili olarak bu kadar bilgi verdikten sonra, gömü mekanları üzerinde de bir miktar duralım: En az işaretlerin kendisi kadar, o işaretlerin bırakılacağı mekanlar da önemlidir. Bazen de hiçbir işaret bırakılmadan geçmiş anlayışlar doğrultusunda bazı gömülerin yapıldığını biliyoruz.

O halde; Anadolu’daki gömülerin sıklıkla nerelere gömüldüğünü, yapılan gömülerde hangi noktaların daha çok nirengi olarak seçildiğini görmeye çalışalım. Şurası asla unutulmamalıdır ki gömü yapan insanlar kendilerine gömü mahallerini belirlerken asla değişmeyecek olan ya da yakın zamanlarda yerinden oynamayacak olan yer ve mekanları ya da onlara yakın bölgeleri tercih ederler.Bu yerleri kısaca inceleyelin:

Araziler: Arazileri kendi şartları içinde çok iyi değerlendirebilen eski insanlar, kendi yaşadıkları devirlerdeki nüfus yoğunluğunu ve yol geçiş güzergahlarını göz önünde tutarak en az dikkat çekecek yerleri seçmişlerdir. Arazi gömülerinin çoğunda yerlerdeki sabit küçük kaya parçalarında ok, kama, cezve, nal, niş, sofra taşı, zincir, el ve ayak resmi ile hayvan figürlerinin işlendiği küçük taş parçalarıdır.

Yukarıda saydığımız ve benzeri olan işaretler genellikle kayalıklar üzerinde değil; yerdeki sabit küçük kayalara ve taşlara işlenirler.

Burada dikkat edilecek bir husus arazi işaretlerinin kesinlikle bir tek olmayacağıdır. Hatta Ermeni toplumu mensuplarının kendi iç anlayışları doğrultusunda en az iki ya da üç işaret bırakmadan define gömmediklerini herkes bilir. Bu işaretlerin bir tanesi yön bir diğeri mesafe bildirmek zorundadır. Bazen hem yönü hem de mesafeyi tek kalemde bildiren işaretler de bulunabilir. Ol, yay, tek ayak vb. işaretler bunlardandır. Murçlu kayalar ise mutlak mesafeyi ve yönü sayarak bulmayı gerektiren motiflerdir.

Bu işaretlerin bir kısmı ters yönler için aldatmaca olarak da kullanılır. Ok işareti olarak verilen motifin bazı çeşitleri bunlardan biridir. Diğer bir kısım işaretler de bulunduğu taşın altını kazmayı ifade eder; cezve, değirmen taşı, musalla taşı, sofra taşı, yapraklı çiçek bunlardan bir kaçıdır.

Çizilen motifin gösterdiği yönde gidilerek adım ya da metre hesabıyla gömüsü yapılanlar ise gömücü kişilerin mantığını ve kullandıkları uzunluk ölçülerini bilmeyi gerektiren işaretlerdir. Bunlar da bir kısım oklar, kasatura, baş halkalı zincir, tek ayak, tek el, tabanca ya da tüfek vb. işaretler bunların bir kaçıdır. Osmanlı döneminde azınlıkların kullandıkları arşın ölçülerinin bilinmesi gibi bazı bilgiler burada önemlidir.Yine Roma ve Bizans gibi uygarlıkların bıraktıkları işaret ve semboller de bilinmezse malzemenin yerini bulmak mümkün olmayacaktır.

Arazi ve kayalık alanlarda bırakılan bir kısım işaretler sadece müjdesi verebilir. Asıl arayı bulmak da yine ikili-üçlü işaretlerin iyi tanınmasını gerektirir.

Yer taşlarına bırakılan önemli işaretlerden biri de parçalı motiflerdir.

Bunlar topal ayı, tek göz, noksan yapraklı çiçek, çolak papaz gibi işaretlerdir. Bu motiflerin kopuk ve noksan olan parçalarının bulunması gerekir. Malzeme kopuk parçanın yine altında değildir. Yakınında aranacaktır. Bununla ilgili bilgi kendi bölümünde verilmiştir.

Yer taşlarına çizilen haç veya yemin ifade eden istavrozlar ise bazen mezara,bazen de tapınağa nişan olarak bırakılmıştır.

Arazilerde tek ağaçlar ve ikili üçlü sıralı ya da geometrik şekilli olan ağaç grupları da önemlidir. Definecilerin sıkça bildikleri gibi çatal çamlar, eski ardıçlar, ahlat grupları aldatan yerler değildir.

Ormanlar: Gömülerin sıkça yapıldığı alanlardan biri de ormanlardır. Orman gömülerinde sık ekilen grup ağaçlar yerine yol kenarı fakat belirli yetişkinlikte olan ağaçların yakınları tercih sebebidir. Ormanlar da yine dönemeç noktalar ya da bakıldığında bir köy veya ağılı görecek noktalar önemlidir. Eski orman da defineciler tarafından iyice bilinmesi çok mühimdir.

Orman içlerinde pek çok yerlerde kilise, tapınak yerleri ile mağaralar mevcuttur. Bugün bu yerler bozulmuş tahrip edilmiş olabilir. O zaman buraların eski halini göz önüne alarak araştırma, inceleme yapmak gerekir. Yani eskiden orman alanı iken bugün çıplak arazi olarak görünen yerler olabildiği gibi tam tersi de olabilir. Hıristiyanlık öğretisi için de inziva ve riyazet vardır. Dolayısıyla bir kısım kiliselerle tapınakların orman içlerine yapılmış olması sıkça rastlanan durumlardır.

Papaz ve rahipler buralara çekilerek ibadette bulunurlardı.

Yine aynı şekilde bazı manastırların gözlerden uzak ve tabiat ortamları içine yapıldığını sıkça görürüz. Trabzon’daki Sümela Manastırı bunların en güzel örneğidir.

3.Kilise ve Tapınaklar: Gerek inançları ve gerekse eski devirlerdeki güvenilirliği nedeniyle gömücü insanların tercih mekanlarından birisi de kiliseler ve tapınaklardır. Genel itibariyle kilise kapı girişleri ve yakın çevreleri halktan olan insanların en fazla rağbet ettikleri yerlerdir. Fakat kiliselerdeki papaz ve rahiplerin kendilerine ait has odaları asıl para mekanlarıdır. Zira halkın ve idarecilerin verdikleri paraları papazlar kiliselerin mihrap altındaki ya da kilise ile ev arasındaki kullandıkları dehliz içindeki özel yapılı ve güveli odalarında saklarlardı.

Dışarıdan ya da sonradan gelen devirlerin insanlarının bu mekanlarda sıkça tercih ettikleri asıl saklama noktaları kiliselerin avlularıdır. Fakat günümüzde bu tür gömüler yok denecek kadar azdır. Bunlar ya soygunla alınmış, ya da avlular kaybolduğu için bugün bulunamaz hale gelmişlerdir. Mağara tipi kiliselerin ise ön cepheleri, yani bakıldığı zaman görülüp tarassut edilebilecek yakın çevreleridir.

4. Dere Ve Nehir Kenarları: Yer değiştirmesi ve kaybolması kolay kolay mümkün olmayan bu tip yerler, define gömücüleri için vazgeçmez mekanlardan birisidir. Ancak burada bir hususa dikkat etmek lazımdır; derelerin yatak kenarları bu işlem için kesinlikle uygun değildir. Bir sel ya da akıntının felaket olacağını bilen eski insanlar daha ziyade nehir kenarlarındaki sert kayalık alanları seçerler, böyle gömüleri de mutlaka metal, metal, ya da kalın pişmiş küpler içine koyarlardı. Nehirlerin dönüş noktaları ve nehirler üzerindeki eski köprülerin yakınları araştırılmaya değer mekanlardır.

5. Köprü Ayakları : Köprü civarları gömü ileri için önemli olduğu kadar köprülerin ayakları da çok ilginç saklama mekanlarıdır. Özellikle taşı yapı köprülerin pek çoğunda ayak kısımlarını işaret eden bir takım motifler ve figürler görürüz. Bunlar bazen bizim gözümüzde süsleme ve tezhip sanatı gibi görülebilir ama aslında bir takım saklanmış eşyanın ifadesidirler. Hepsi için bir genelleşme yapmak mümkün değildir; ancak bu iddiamız pek çok yerde doğrulandığı için rahatlıkla ortaya koyabiliyoruz. Bu tür köprü ayaklarında haç,çiçek, çember, papatya ve güneş resimleri görülebilir. Genel işaretleri bunlardır.İstisna olanlar da vardır.

6. Pınar Ve Çeşme Gözeleri: Özellikle arazide gömü yapanlar için en ideal nirengi noktalardan biride çeşmelerin gözelerdir. Bunları bulabilmek insanı uğraştırabilir. Çünkü pek çoğunun yeri kaybolmuştur. Ancak pınar ve çeşmelerin kendileri de önemli noktalarıdır. Bunların üst kısımları 7-11-40 adım gibi ölçülerle saklama noktası olarak kullanılmıştır. Bir de çeşme ve pınar gömülerinde 4 yönden birisi baz alınır ve imkan varsa çeşme üzerine bu işlenir. Dikkatli bir bakıcı tahrip olmamış böyle bir çeşme kaidesinde bu işareti yakalayabilir. Bazı defime uzmanlarının ifadelerine göre çeşme gömüleri, suyun aktığı yönde değil; tam arka istikametinde olmalıdır. Ancak çok sağlıklı bir bilgimizi ortaya koyalım: Çeşme ile yakın mesafedeki bir tepeyi üçgen alan gömücü,malzemesini çeşme ile tepeye üçgen gelecek şekilde koymuştu.

Çeşme ile tepe zirvesi 10 adım idi ve üçgen noktasındaki para da tam 110 adım da sabit gibi görünen bir kayanın altında idi.

Çeşmelerin yapı durumu müsait ise işlenmiş taşarının içine ya da kaidesinin dibine gömüldüğünü anlatan kişiler de vardır. Balık, yılan ve kaplumbağa ve baston gibi değişik motifler buraların genel işaretleridir.

Paraların ve eşyaların çeşme/pınar yakınlarına gömülmesinin sebebi buraların bir nirengi noktası olması kadar aynı zamanda eski bir düşüncenin mirası olan anlayıştır. O da çeşmelerin kendisinin değil ama onun derinlerden gelen gözesinin suyu sakladığı gibi paraların da burada saklanacağına olan inançtır.

7 .Yol Ayrım Noktaları (makas yerler): B nokta da çalışma yapacak kişilerin tarih içindeki eski yol haritalarını ele geçirmek ya da rivayetlerle bunları öğrenmek zorunlulukları vardır.

İşaretlerde ağzı açık makas ve bazen de kerpeten dört yol ağzını,kırık makas ise üç yol ağzını ifade eder. (Kırk makas bazen iki su yolunun birleştiği noktayı da verebilir.) Bu tür yerler define gömecek insanlar tarafından çokça kullanılmıştır. Gömücü kişi, nişanını makas, kerpeten, çapraz kılıç, iğne/iplik gibi motiflerle bu yerlere bırakır.

8.Değirmen içi Ve Çevreleri: Arkeolojik buluntulara göre insanoğlu buğdayı 6-8 bin seneden beri bilmekte ve kullanmaktadır. Buğdayın genel işleme yeri ise değirmenlerdir. Bu sistemin kullanıldığı ilk tarihleri bilemiyoruz ama şurası bir gerçek ki: ilk değirmenim yapıldığı günden bu güne kadar da insanoğlunun en vazgeçilmez uğrak noktalarından birisi buralar olmuştur.

Değirmenlere su taşıyan ark kenarları, değirmen yükleme yapılan sırt cepheleri, değirmen çarkının döndüğü istikametin uzak noktaları bu anlamda saklama yerlerinden birisidir.

Bizim aldığımız bir bilgiye göre değirmen sahibi kişi, kendi emanetini değirmenin porto(çift)kapısının sağ kanadının tam arkasına koymuştur. Görüldüğü gibi her insanın kendine göre bir gömü mantığı vardır. Bunların tamamına akıl sır erdirmek ve Şu define şöyle bulunur”diye ahkam kesmek mümkün değildir.

9.Höyük üzeri ve Tümülüsler: En önemli gömü noktalarından birisi de buralardır. Biz Tümülüs ve höyüklerin iç yapısını anlatacak değiliz. Gömücüler için bu mekanların dış ve yakın çevreleri çok önemlidir.

Sadece define gömücüleri değil. Tümülüsleri yapan insanlar bile para ve diğer emvali, Tümülüs yerine nereye koyacaklarını zamanın da şaşırmış kalmışlardı. Çünkü Tümülüsleri birçok kavimler gibi Bizans toplulukları da yapıyorlardı. Tarihin en büyük soyguncusu olan Bizanslılar, ekonomik sıkıntıları sebebiyle kendilerinden öce yapılmış Tümülüsleri olduğu gibi kedi dönemlerinde yapılanları da buldukları ilk fırsatta soyup soğana çeviriyorlardı. Bunun içidir ki geç Bizans dönemi Tümülüslerine artık sadece ölünün cesedi konuluyor, armağanları ise yakın bir bölgede oluşturulan başka bir saklama mekanına bırakılıyordu.

Aynı mantıkta hareketle geç dönem insanları definecilerini gömerken höyük ve Tümülüs ya da höyüğün yakın mesafedeki şurasına burasına gömüyorlardı.Çünkü buralar asla değişmeyecek ve bozulmayacak sabit mekanlardı.

Define işiyle uğraşan kişilerin bilmesinde fayda olan bir konuda şudur: Tümülüslerin yapıldığı dönemlerde değil çok daha sonraki bölge sakinleri kedi gömülerini yaparken mutlaka bu Tümülüs gerçeği göz önüne alarak gömme işlemlerini gerçekleştirmişlerdir. Tümülüslerin yakınlarında çoğunlukla eski ahlat ve ardıç gibi uzun ömürlü sert ağaçlar vardır. Ya da aynı bölgelerde akarsu, ya da bir tepe tabi dağ/gibi bir nirengi noktası vardır. İşte gömü yapan kişiler bu arazi yapılan arasında çoğunlukla adım hesaplarıyla üçgenler kurarlar. Şayet elde harita veya benzeri bir kayıt yoksa dahi; Tümülüs çevreleri bu gözle mutlaka incelenmeli, bu bölgeler şüpheden uzak tutulmamalıdır.

Günümüzde de insanlar Tümülüs talan etmek yerine onların çevresindekini bulmaya çalışsalar hem risksiz,hem de sıkıntısız bir çalışma yapmış olurlar.Ruhsatla da yapılabilecek böyle çalışmalar neticesinde tarih dokumuza da zarar verilmemiş olur.

10. Dağ ve Tepeler: Aynen; Tümülüs bölümünde anlattığımız gibi bu sefer de tabiattan küçük dağ ve tepeler define gömücüleri açısından mihenk noktalarıdır. Bu şekil bölgelere ait bir rivayet ya da harita ile karşılaşma durumunda: tepe ile çevresindeki çeşme, pınar, köprü, değirmen, yol ayrımı gibi nirengi noktalar gözden kaçırılmadan sağlıklı bir incelemeye tabi tutulmalıdır.

11. Kayalık alanlar, Korugan tipi-çağıl ya da çakıl: Kayalık alanlar bu tür bölgelerde yaşayan define gömücüleri için ideal saklama alanlarıdır. Tarihi geçmişi bulunan kayalık bölgelerde yerde yatay olan taşlarla ilgili bilgileri yukarıda vermiştik. Bir de dikey kaya yüzeylerine (yanaklara) bırakılan gömüler ve bunlara ait işaretler vardır.

Kayalık mekanların en çok bilinen gömüleri mihraplar, koltuk taşları, önleri ve altlarıdır. Bir de bazı hayvan figürleri yanaklı kayalara işlenir ve içlerinde küçük müjde sadedinde tek paralar ya da yakın bölgedeki büyük paraya ait haritalar vardır. Bu hayvan motiflerinin e çok bilinenleri ejderha, tosbağa(kaplumbağa), fil, ahtapot gibi hayvanlardır.

Ayrıca çoğu eski yerleşim yerlerinde gözlerimiz eski yaşantının büyük bir bölümünü görebilir. Bunlardan birisi yerleşim alanlarının yamaçlarına serpiştirilmiş irili ufaklı mezarlardır. Bunlar taşlarla yığınak halde bırakılmıştır. Bu tür bir bölgenin en yakınındaki tepe noktasının zirvesinde baktığımızda aşağıda taş yığılı mezarların daha büyüğü şeklinde çakıl yığını tepeciklerle karşılaşırız. İşte bu noktalar o devirdeki kabile reisinin ya da kral, kraliçe, vezir veya rahip olarak adlandırabileceğimiz en ileri gelen kişilerin mezarlarıdır.Bunlar korugan tipli olabilir veya bu şekilde taş yığınlarıyla örtülü haldedir.

Zengin, hiçbir zaman fakirin mezarında yatmayacağına göre bu kişi en tepe noktaya yerleştirilmiştir. Bazen yine en yakın bir tepe noktada ikinci bir mezarı aynı şekilde görebiliriz. Buradaki de ya ikinci bir kral ya da kral diyebileceğimiz kişinin eşi olan kişidir.

Bu mekanları biz özel yapılmış define mahalli olarak bildirmek istemiyoruz. Zaten bu tür yerlerde çok fazla parayla ilgili malzeme bulunmaz. İdoller, çanak-çömlek ve şahsi eşya gibi malzeme daha çoktur. Bu yerler zaten dış görünüşü itibariyle apaçık mezar olarak bilindiğinden mevzuat gereği, buralara kazı için izin alınamaz.

12 .Sahte Mezarlar: Bilinen en çok saklama yöntemlerinden biri de sahte mezarlardır. Mezarlar bölümünde yeteri kadar anlattığımız için burada sadece şu noktaya dikkat çekip keseceğiz.

Eşkıya ve Ermeni toplulukları Müslümanların mezarlık ve türbelere olan zaafını bildikleri için para ve kıymetli eşyalarını daha sonra gelip almak üzere bu tür yerlere saklıyor ve onları değişik bir biçimde şekillendiriyorlardı. Bizim insanımızda baba-dede kültürü de çok olduğu için bundan ziyadesiyle yararlanıyorlar e türbenin adını da filan baba-filan dede gibi isimlerle adlandırıyorlardı. Bu tür mezarlar da dikkatli olmak lazımdır. Yanlışlıkla bir Müslüman zatın kabri telef ve tahrip olabilir. En iyisi gerekli araştırma yapıldıktan sonra buranın bir mezar değil böyle bir define mahalli olduğunun anlaşılmasıyla bu yerlerde ruhsatlı çalışma için izin.alınmalıdır.

Sahte arazi mezarları genellikle uzun ve kıblesiz olur. Türbelere yapılan uzun sandukalar orada medfun zatın yüceliğine istinaden uzun imar edilmiştir. Bunlarla arazideki ya da mezarlıklar içinde olan uzun mezarları birbirine karıştırmamak gerekir. Bir örnek vermek gerekirse; Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde yatan Seyyid Battal gazi yaklaşık yedi metredir.

13. Mağaralar: Mağaralar da para gömücülerinin en çok rağbet ettiği mekanlardan birisidir. ‘İsli Mağara, Gazlı Mağara, Kemerli Mağara,’ gibi isimlerle meşhur olan ve aranan mağaraların normal şartlarında ne ifade ettiğini biz henüz bilmiyoruz. Ama fazla uzman olan bazı bulanık suların balık avcıları bu mağaraları kutsal hale getirip milletin rüyalarına sokuyorlar.

Elbette mağaralar insanların en eski dönemlerden beri kullanım alanlarıdır ve buraları evleri-ahırları ve hatta mezarları oralar kullanılmıştır. Ama asla define gömme yeri olarak kullanılmamıştır. Yani şunu demek istiyoruz: mağaralarda mutlaka para yoktur demiyoruz ama gazlı mağara, isli mağara diye adlandırılan mağaralar özel define yerleridir diyemiyoruz. Bunun kesinlikle bilinmesinde fayda vardır. Bu uydurma şeylerle akıllı definecinin zaman ve para kaybına girmemesi gerekir.

Tarihin karanlık dönemlerine ait insanın büyük özenle resimlediği muhteşem galerilerden oluşan mağaralar aslında o dönem insanlarının yaşam alanları değildi. Zira buralarda yaşandığına dair herhangi bir kalıntıya ve günlük kullanım eşyasına rastlanmamıştır. Bazı durumlarda korunaklı kaya ağızlarını belli bir süre sığınak olarak kullanmış olmalarına karşın bunlar resimli mağaralar değildi. Resimli mağaralar belli önemli olaylarda veya yılın belli günlerinde topluca gelinip ayinlerin gerçekleştiği kutsal mabetlerdi. Bu kutsal mekanlar yalnızca rahiplerin gözetiminde bulunuyor, topluluk da ayin ve ritüellerle katılmak için buralara geliyordu. İlginçtir ki; binlerce yıl ayin ve ritüellere sahne olan bu mağaralar son derece temiz tutulmuş ve bu kutsal alanlarda herhangi bir artık kalıntıya rastlanmamıştır.

Başka bir yorum;

Definenin nerede bulunabileceğinin en büyük ölçütü su kaynaklarıdır. Yani defineler suyun bulunduğu alanlarda aranmalıdır.

Su ; bilinen tüm yaşam formları için gerekli olan tatsız ve kokusuz bir maddedir. Su insanların yaşaması için hayati bir öneme sahiptir.  Bu itibarla su olan yerde hayat, hayat olan yerde kültür ve medeniyet olacaktır. Su ile hayat bulan medeniyetler ve kültürler yaşadıkları yerlerde iz bırakacaktır. İşte bu izler o dönem itibariyle insanların nasıl davrandıkları hakkında bilgi vermektedir.

Bir yapının inşasında kullanan muhtelif malzemelerin 2-3 katı kadar su kullanılmaktadır.  Antik dönemlerde toprak, taş, kerpiç ve sair malzemeler uzaktan uzağa taşınabilmekteydi, ancak su konusu o kadar da kolay olmamıştır. Bu nedenle yerleşim yerleri ,  muhtelif yapılar, tarım ve hayvancılık su kaynakları civarında yer almaktadır.

Define – gömü veya arkeolojik yüzey araştırmaları, su kaynakları baz alınarak yapılmalıdır. Çünkü su var , su olan yerde hayat var, hayat olan yerde medeniyet var, medeniyet olan yerde de ise kalıntı var ,kalıntılarda kültürü oluşturan insanlar hakkında bilgi var, insanların sosyoekonomik davranışlarını gösteren izler var. Defineci için önemli olan, kullandıkları ve geride bıraktıkları muhtelif objeler var.

Olmazsa olmaz kurallardan birincisi su kaynağı yada su kaynağı olduğuna dair iz olacak, aksi halde yanlış adreste durmuş olacağız.